The Quilters: Samimi, Olağanüstü ve Umut Vadedici
İnsan olmanın temelini oluşturan ahlak, vicdan ve adalet kavramlarını sorgulayan; bu kavramlar doğrultusunda hümanist bir yaklaşımı ele alan yönetmen Jenifer McShane, The Quilters (2024) belgeseliyle topluma ayna tutuyor.
The Quilters’ın çekimleri, Licking/Missouri’de bulunan 5. Seviye Maksimum Güvenlikli Cezaevi’nde gerçekleşiyor. Bu cezaevinde müebbet hapse çarptırılmış mahkûmlar yer alıyor. Kimi cinayetten, kimi başka sebeplerden dolayı ömrünün yarısını burada geçirmiş ve geçirmeye devam eden 50’den fazla insan… İnsan diyorum çünkü bu belgesel de “suçlu” ifadesinin yerini, insanın dönüşümüyle kozasından sıyrılmasının sonuçlarını —tıpkı bir tırtıl gibi— hayatın doğum anından gelişimine, gelişim sürecinde yaşadığı pişmanlıklarla dolu anılarına ve o izlerin insan üzerindeki yeniden var olma çabasına tanıklık etmemiz için samimi bir şekilde sunuyor.

5.Seviye Maksimum Güvenlikli Cezaevi’ndeki mahkûmlar, denetim personeliyle bile iletişime geçemezken (içerinin içerisiyle olan bu sınırlı alışveriş), dış dünyayla temasa geçmenin mucizesine tanık olacağız. Buradaki bir grup mahkûm, gönüllü olarak “Tüm Koruma Altındaki Çocuklara Doğum Günü Kırkyaması” dikiyor. Atölye, onların tarifiyle “organize kaos” anlamına geliyor. Bu tarif, mahkûmların iç seslerini dinleyip bastırdıkları duyguları dışa vurma cesareti gösterdikleri; son derece samimi, gerçek ve sevgi ile bağ kurmalarını sağlayan cesur bir eylem niteliğinde.
Organize Kaos Atölyesi; kes, dik ve ütüle formülüyle mahkûmların kendi kendilerini terapi yoluyla iyileştirdikleri, farkındalıklarının arttığı bir kırkyama odası. Bu odada yer alan her kesici nesnenin kendi içerisinde bir koruması bulunuyor. Kullanılan kumaşlar, dışarıdaki herhangi bir insanın bu gönüllülük projesine katkı sağlama amacıyla gönderdiği envanterlerden oluşuyor. Poşetler içinde gelen kumaşların kimisi çiçek desenli, kimisi kelebekli, kimisi ise geometrik desenli…
Her kumaş parçası, kırkyamacılar tarafından yeni bir yaratım süreci için sabırla bekleniyor. Zamanı geldiğinde atölyenin panosuna çocukların doğum günleri ve isimleri yazılıyor; bu isimler atölye katılımcıları tarafından seçiliyor. İçerinin dışarıyla bağ kurduğu en önemli an işte bu an. Bazı çocukların doğum tarihleri oradaki bir mahkûmla aynı gün olabiliyor ve bu durum mahkûmlar için hem sevindirici hem de kırıcı bir duygusal kriz yaratabiliyor. Mahkûmlar, kendi yaşamlarıyla yüzleşme cesareti göstererek sevgi bağı kurdukları çocukları mutlu etmeyi bir amaç hâline getirmeyi başarıyor.
Kırkyamacılar, büyük bir özveri ve gayretle hayal güçlerini kullanarak tasarımlarında yer alacak şekilleri önce kâğıda çiziyor, ardından tasarım sürecini başlatmak için materyal desenlerine ve kumaş parçalarına karar veriyorlar. Mahkûmlardan biri, “Her şeyi unutup sadece dikiyorum. Burası bana kendimi dışarıda hissettiriyor, burası bir kaçış yeri. Bunları burada yaptığımda burada bile değilim,” sözleriyle kendini ifade ediyor. Gözlerindeki samimiyet, yaptıkları işin onlar için ne kadar anlamlı olduğunu gözler önüne seriyor.
The Quilters belgeseli, gerçeğin izdüşümlerini vurucu anlarla desteklerken insanın içine yolculuk etmesine de yardımcı oluyor. Gerçeğin sihrini merak uyandırıcı unsurlarla işleyen McShane, mekânın sesi olabilmeyi; duygunun nerede ve ne şekilde yüzeye çıkacağının kesin bir kanıtının olmadığını Kırkyamacılar aracılığıyla anlatıyor. Cezaevindeki her mahkûm, basit ama bir o kadar da olağanüstü hikâyelere sahip. Belgeseldeki konu bağlamı, seçilmiş mahkûmlar tarafından birer birer aktarılıyor. Hayatlarındaki rolleri, aile üyeleri, sevdikleri ve o insanların yaşamda hangi detaylardan keyif aldıkları gibi ayrıntılar, belgeselin duygu dinamiğini güçlendirerek akış içinde yer buluyor.

Bir belgesel nasıl yapılır sorusu, “Kırkyama nasıl tasarlanır?” sorusuyla adeta birbirine cevap olabilir nitelikte. Bu ikili anlatım, kaynaklar arasındaki bağı güçlü bir şekilde kurarken insan üzerindeki baskılayıcı tanımları da altüst etmeyi amaçlıyor.
The Quilters, insanoğlunun yaşam boyunca mücadele etmesini; bu mücadelenin tadını sabır, gayret ve bağ kurmaktan almasını isterken asıl meselenin “kendini affetme” yolculuğuna çıkmak olduğunu vurguluyor. İnsan yaşamı boyunca tek bir doğru ile yaşayamaz; hatalar, bu doğruların ortaya çıkışını kolaylaştırır. Elbette her hatanın bir bedeli ve bu bedelin de ağır sonuçları vardır. Kimi hataların telafisi mümkündür, kimilerinin ise zor ya da imkânsız. Buradaki önemli kıstas, sıfır hatayla koca bir ömür yaşamak değil. Bunu istemek, doğanın kendi akışını engeller. İnsan her ne sebeple yanılgıya düşerse düşsün, sonunda kendi içine dönüp uzun bir sorgulama süreci başlatmalıdır. Düşünceler karanlık ve sancılı olmaya başladığında orada kalmaya cesaret edip bastırılmış duygularının neler olduğunu keşfetmeyi seçmelidir.

Kırkyamacılar birer mahkûmdu; ama içlerinde hâlâ yaşama arzusu ve bir amaç edinme gayreti vardı. Onlar yaşamayı seçerek önce kendilerini var ettiler, sonra da başkalarına —özellikle çocuklara— umut vadedebildiler. Bu hedefe ulaştıklarında aldıkları geri dönüşler, onların yeni bir kırkyama yapmasını teşvik ediyordu. İnsanın işe yarar bir şeye dönüşmesinin en iyi örneği olan The Quilters, şimdi Netflix’te. Kendin için unut ve affet. Başka bir yol bulana kadar, en iyisi bu.