The Gardener: Bir Cesetten Daha İyi Gübre Yoktur
Netflix’in yepyeni orijinal yapımı The Gardener, 11 Nisan 2025’te izleyiciyle buluştu. Hafta sonu için sürükleyici bir dizi arayanlar için The Gardener, dikkate değer bir seçenek olabilir. Başrollerini Álvaro Rico, Catalina Sopelana ve Cecilia Suárez’in paylaştığı bu gerilim-dram türündeki dizinin yönetmen koltuğunda ise Rebecca Matthews ve Scott Jeffrey oturuyor.
Dizi, başlangıç noktasından oldukça farklı bir yöne doğru evriliyor. İlk bölümlerde kendinizi bir polisiye-gerilim atmosferinde bulurken, hikaye ilerledikçe daha çok romantik-dram tonlarına kayıyor. Ancak bu tür geçişi, izleyiciyi yavaş yavaş alıştırarak yapıldığı için rahatsız edici olmuyor. Genel olarak The Gardener, güzel görüntülere sahip, merak uyandıran ancak bazı noktalarda soru işaretleri bırakan bir yapımdı. Özellikle keyifli bir Cuma akşamı geçirmek isteyenler veya hafta sonu izlenecek dizi arayanlar mutlaka göz atabilir.
Bu bölümden sonrası dizi hakkında önemli detaylar (spoiler) içermektedir.
The Gardener’ın karakterleri için “her biri ayrı bir patolojik vaka” demek pek de yanlış olmaz. Her bir karakterin derinlemesine incelenip kendi hikayelerinden bağımsız diziler çıkarılabilecek potansiyeli var. Ancak yönetmen, hikayeyi tek bir ana karakter etrafında toplamayı tercih etmiş. Bu seçim, diziyi oldukça yoğun ve dolu dolu bir deneyime dönüştürmüş. Dizinin finalinden de anlaşılacağı üzere, The Gardener 2. sezon ihtimali oldukça yüksek görünüyor. Şimdi gelin, karakterlere biraz daha yakından bakalım.
Dizinin şüphesiz en kilit karakterlerinden biri anneydi. Hikayenin hem başlangıcında hem de gelişiminde merkezi bir rol oynasa da, karakterin motivasyonu ve hedefleri zaman zaman yetersiz hissettirdi. Özellikle Meksika’daki o eve neden dönmek istediği daha güçlü bir alt hikaye ile anlatılsaydı, karakterin eylemleri çok daha sağlam bir zemine oturabilirdi.
Bununla birlikte, narsisist bir karakter arayışında olsak, bu rol biçilmiş kaftan olurdu. Annenin kendine olan düşkünlüğü, bitmek bilmeyen kişisel amaçları ve diğer her şeyi ikinci plana atması, hikayeyi şekillendiren ana etkenler. Başlangıçta oğluyla yaşadığı kaza, sonrasında oğluna dayattığı yaşam biçimi ve daha birçok detay, aslında hayatın sürekli kendi etrafında dönmesini istemesiyle doğrudan bağlantılı. Öyle ki, Meksika’daki ev hayali uğruna oğlunun potansiyel bir katile dönüşmesini veya oğlunun ilk kez birine karşı bir şeyler hissetmesini dahi umursamıyor. Bu karakterde aynı zamanda Jocasta Sendromu (Kıskanç Anne Sendromu) izlerini görmek de mümkün. Bu karakter üzerine daha çok konuşulabilir, umarım ikinci sezonda hikayesi daha da derinleşir.
Dizideki ana çiftin ilişkisini “aşk” olarak tanımlamak ne kadar doğru, emin olmak zor. Belki de “çarpık ve saplantılı bir ilişki” tanımı daha yerinde olacaktır. Erkek karakter (Álvaro Rico’nun canlandırdığı), muhtemelen ilk kez gerçek duygular hissettiği için oldukça masum ve korumacı bir içgüdüyle hareket ediyor. Kadın karakter (Catalina Sopelana’nın canlandırdığı) ise sürekli başını belaya sokan tavırları ve hareketleriyle zaman zaman sinir bozucu olabiliyor.
Buradaki asıl dikkat çeken nokta, erkek karakterin hayatındaki iki önemli kadının (annesi ve sevgilisi) şaşırtıcı benzerliği. Her iki kadın için de birini öldürmek zorunda kalması, hikayenin önemli kırılma noktalarından birini oluşturuyor. Bencillikleri, çıkarları söz konusu olduğunda harekete geçmeleri gibi birçok ortak özellik, bu iki kadını aynı kümeye yerleştiriyor. Dizinin, işin içine aşk girmeseydi daha mı etkili olacağı ise ayrı bir tartışma konusu.
Dizi boyunca varlık nedenini en çok sorguladığım ikili ise komiserler oldu. Biri meslek aşkıyla yanıp tutuşan genç ve hevesli bir kadın, diğeri ise meslekteki heyecanını yitirmiş, tecrübeli ama ilgisiz bir adam. Bu ikili, aniden bu karmaşık davanın uzmanı kesiliyorlar, ancak aralarındaki anlamsız ilişki dinamikleri ve özel hayatları hikayenin geneline pek bir katkı sağlamıyor; adeta bölüm süresini doldurmak için oradalarmış gibi hissettiriyorlar. Özellikle kadın komiserin birdenbire süper bir dedektife dönüşmesi, en ufak ipucunu anında çözmesi gibi detaylar, zaman zaman mantık sınırlarını zorluyor ve izleyicinin zekasıyla alay ediliyormuş hissi yaratabiliyor.
The Gardener’ın son sahnesi, diziye dair genel bakış açımı değiştiren ve ikinci sezon için merak uyandıran en önemli unsur oldu. Eğer o final olmasaydı, muhtemelen ikinci sezonu beklemez ve izlemezdim. Ancak şimdi hikayenin nasıl devam edeceğini, karakterlerin (özellikle oğlun) vereceği tepkileri ve diğer tüm detayları merakla bekliyorum.
Sonuç olarak The Gardener, şans verilebilecek ve muhtemelen pişman etmeyecek bir dizi. Eğer izlerken karşılaştığınız bazı mantık hataları keyfinizi kaçırmayacaksa, bu Netflix gerilim-dram dizisini listenize ekleyebilirsiniz.
The Gardener: Bir Cesetten Daha İyi Gübre Yoktur