The Day of the Jackal: Kusursuz Kusur
“The Day of the Jackal‘ın hikâyesi ilk olarak Frederick Forsyth’in 1971 tarihli, gizemli bir suikastçıyı konu alan romanında ortaya çıkmış; Fred Zinnemann da 1973 tarihli filminde bu hikâyeyi beyazperdeye uyarlamıştı. Şimdi ise Top Boy‘un yaratıcısı Ronan Bennett, başrollerini Eddie Redmayne ve Lashana Lynch’in paylaştığı, 10 bölümlük bir Peacock dizisi (İngiltere’de Sky’da yayınlanıyor) olarak bu gerilime kendi yorumunu kattı. 86 yaşındaki Forsyth’in danışman yapımcı olarak çalıştığı bu projede Bennett, kusursuz bir bukalemun ile onu durdurmaya kararlı bir kanun uygulayıcısı arasında geçen kedi-fare oyunu tadında dinamik bir drama yarattı.
Dizi, Münih’te kendi kendine mırıldanan yaşlı bir adamla açılıyor. İzleyici kısa süre sonra bu adamın, kılık değiştirmiş ve kanlı bir göreve atılmaya hazırlanan Çakal (Redmayne) olduğunu keşfediyor. Bir süre sonra Londra’da, MI6 merkezinde, silah uzmanı Bianca Pullman (Lynch), bir Alman politikacının şok edici suikastını öğreniyor. Tetiğin iki milden daha uzak bir mesafeden çekildiğini duyduktan sonra, katili bulmak onun için bir zorunluluk hâline geliyor.
Bennett burada, alışılagelmiş aksiyon-gerilim yapımlarından farklı bir şey sunuyor. Çakal tek başına çalışıyor; ama o, bir cani ya da merhametten yoksun biri değil. İlk bölümde Çakal’ın en çok saygı duyduğu Nuria (Úrsula Corberó) ile tanışıyoruz. Çakal, göstermek istediği imajı korumak adına mesleğini ondan gizliyor. Ancak hikâye ilerledikçe bu aldatmaca, her ikisi için de kaosa neden oluyor.
Benzer şekilde, Bianca’nın kocası Paul (Saul Rimi) ve genç kızı Jasmine (Florisa Kamara), onun MI6’daki görevinden haberdar olsalar da işin tehlikelerinden bihaberler. The Day of the Jackal’da bir İngiliz istihbarat subayının rolü, elbette gösterişli değil. Rütbelerde yükselmek ve bir görevi tamamlamak, ajanların kişisel hayatlarını ihmal etmelerine ve görevlerinin peşinden inatla gitmelerine sebep oluyor; bu durum ise hepimizin bildiği bir “memur klişesi” olarak karşımıza çıkıyor. İşte bu tek fikirlilik, Bianca ve Çakal’ın paylaştığı bir özellik olarak dizi boyunca vurgulanıyor.
Olağanüstü sinematografi ve nefes kesen aksiyon sahnelerinin yanı sıra, karakterler de diziyi sürüklüyor. Ne Bianca ne de Çakal “iyi bir insan”. Bianca işinde acımasız ve ailesini çoğu zaman ikinci plana atıyor. Lynch, canlandırdığı karakterde son derece sert ve aşırı odaklı. Diğer yandan, duygusuzluk Çakal’ın uzun zamandır sergilediği bir özellik. Redmayne’in sakin tavrı, yırtıcı bir etkiye sahip; avını olduğu kadar seyirciyi de kendine çekmeyi başarıyor. Bu nedenle, her saldırısı sarsıcı bir etki yaratıyor. Ayrıca belirtmek gerekir ki, dizi bir bütün olarak uzunca bir film hissi veriyor. Çakal’ın olmadığı sahneleri kesip birleştirsek bile harika bir film ortaya çıkabilir. İşte iyi işler, her zaman böyle tarifsiz bir yeknesak ahenk içinde hissettirir. Her nitelikli işin damağımızda bir tadı kalır.
Çakal da hatalar yapıyor. Hatalarını düzeltmek ve işleri anında değiştirmek için çok fazla zaman harcıyor. Bu durum, dizideki kırılmayı oluşturuyor ve hatalara güzel, gerçekçi bir zemin hazırlıyor. Bennett, dehanın dış görünüşündeki çatlakları sergileyerek dizinin gerçekçiliğine katkıda bulunuyor ve Redmayne’in, yani Çakal’ın insanlığının pırıltılarını yansıtmasını sağlıyor. Çakal, hızlı ve pişmanlık duymadan adam öldürüyor. Yine de birkaç sahnede yaptığı işten acı duyduğunu görebiliyoruz; ancak bu, onu durdurmaya yetmiyor.
Bunların yanı sıra, güncel temaların ötesinde (Bu milyarderler hakkında gerçekten bir şeyler yapmalıyız, bence de.), The Day of the Jackal birkaç sağlam sekans ve sahne sunuyor. Yönetmen Brian Kirk’ün, karakterlerinin aldatıcı niyetlerini (ve kaçınılmaz gerçeklerini) göstermek için sıkça kullandığı aynalar, özellikle Çakal ve Bianca’nın ortak ölümcül kusurlarında belirginleşiyor. Finalde beklenen ama tatmin edici bir gösteri sahnesiyle karşılık buluyor. Çakal’ın “imkânsız” bir mesafeye koyduğu hedefi her hizalayışında, tetiği çekmesini beklerken hatırı sayılır bir gerilim yaşıyoruz. Makyaj, sinematografi ve kurgu, Çakal’ın kılık değiştirmesini inandırıcı ve etkileyici kılmak için birlikte çalışıyor. Neyse ki aksiyon sahneleri, görülemeyecek kadar karanlık değil ya da anlamayı zorlaştıracak kadar hızlı kesilmiyor.
Yine de, The Day of the Jackal hakkında hatırlayacağım şey bunların hiçbiri değil. Bunun yerine, izlerken ne kadar uzun sürdüğünü ve hikâyesini ne kadar acı verici bir şekilde uzattığını hatırlayacağım. İster Peacock sezon başına 10 saat talep etsin, ister film yapımcıları bu kadar zamana ihtiyaç duyduklarını düşünsünler, dizi aynı anda hem çok fazla hem de çok az olay barındırıyor. Güçlü başlayan casusluk hikâyesi bile çok fazla bölüm ve zaman boyunca yıpranıyor. (Bir karakterin telefonu dikkatsizce atmasını bir kez izlemek affedilebilir; ama iki ya da üç kez? Üstelik detayların önemini vurgulayan bir dizide? Üzgünüm, ama bu bir sorun.) Bakalım siz izleyince neler düşüneceksiniz.
The Day of the Jackal: Kusursuz Kusur