On Becoming a Guinea Fowl: Patriyarkanın Pençesi
On Becoming a Guinea Fowl (2024), Filmekimi’nde izleme şansı bulduğum, Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Yönetmen ödülünü alan bir yapım. İlk filmi I Am Not a Witch (2017) ile büyük beğeni toplayan yönetmen Rungano Nyoni’nin ikinci uzun metrajı. Cannes’daki başarısının ardından Filmekimi’nde de büyük ilgi gören film, Afrikalı kadınların patriyarkal düzende yaşadıklarını güçlü bir anlatımla sinemaya taşıyor. Film, özellikle yas sürecinde kadınların üstlendiği roller ve ataerkil yapının bir parçası olan gelenekleri etkileyici bir dille işliyor. Aile olmanın zorluklarını, özellikle ortada büyük bir sır varsa, kadınlara yüklenen sorumluluklar üzerinden izlerken izleyiciyi duygusal olarak etkiliyor ve düşündürüyor.
Film, Zambiya’nın kırsalında yaşanan bir olayı bütün gerçekliği ile ele alıyor. Ana karakterimiz Shula’nın bir gece yarısı bomboş bir yolda dayısının cesedini bulmasıyla başlıyor. Cenaze ve yas sürecine dahil olduğumuz süre boyunca aile sırlarının ve geleneklerin arasındaki çatırdamalara ortak oluyoruz. Sırların gömüleceği yerin mezar değil, hayatta kalanların hafızası olduğunu ve travmalarla nasıl başa çıktığımıza dair etkileyici bir anlatı sunuluyor.
Shula’nın karakter gelişimi, film boyunca yaşadığı olayların ve toplumsal baskının etrafında şekilleniyor. İlk başta, ceset bulmanın şoku içinde kaybolmuş görünse de, daha sonra sırların ortaya çıkmasıyla neler hissettiğini anlayabiliyoruz. Aile sırlarının ağırlığı ile başa çıkmaya çalışırken, geleneklere baş kaldıracak gücü kendinde aradığını ve kaçmak istediğini hissediyoruz.
On Becoming a Guinea Fowl, güçlü sosyal mesajlarını göze sokmaktan çekinmiyor. Film, patriyarkal yapının kadınlar üzerindeki baskılarını ve cenaze süreçlerinin getirdiği zorlukları gözler önüne seriyor. İzleyiciye, geleneklerin birey üzerindeki etkisini sorgulatırken, kadınların varoluş mücadelesini ortaya koyuyor. Shula’nın içsel mücadelesi ve tepkileri ataerkil aile yapısı karşısında bir umut vaat ediyor. Yaşadığımız toplumda da benzer noktaların gözle görünür olması, hikayenin aslında evrensel bir gerçek olduğunu gösteriyor. Rungano Nyoni, izleyicisini geleneksel cinsiyet rollerini sorgulamaya ve kadınların sesine kulak vermeye davet ediyor.
Filmin adını aldığı beç tavuğu hikayeye ustaca entegre edilmiş. Afrika kültüründe beç tavuğu, çeviklik ve uyanıklığı simgeler. Filmde, ana karakter Shula’nın bir beç tavuğu gibi hayatta kalma mücadelesini ve toplumsal baskılarla karşı karşıya kalışını izliyoruz. Bu metafor, karakterin içsel gücünü ve çevresindeki zorluklarla başa çıkma yeteneğini etkileyici bir şekilde yansıtıyor.
Afrika’da ataerkil aile yapısı, yas süreci ve kadının toplumsal rolü derinlemesine işleniyor. Yönetmen Nyoni’nin anlatım tarzı, didaktik bir yerden gelmiyor; gerçek ve samimi bir şekilde işliyor. Görsel estetikteki sadeliği, doğal ışıkla harmanlayarak kırsalın güzelliğini ön plana çıkarıyor. Bunu yaparken de hikayenin önüne geçmesine izin vermiyor. Kamerayı karakterle birlikte hareket ettirerek izleyicinin hikayeye ortak olmasını sağlıyor. Sabit çekimlerde ise karakterin yalnızlığını ve çaresizliğini pekiştiriyor.
Sessizliği bir karakter olarak kullanması, karakterlerin psikolojik durumlarını ve yaşadıkları baskıları hissetmemizi sağlıyor. Geleneksel Afrika müziği ve cenazedeki ağıtlar, izleyiciyi Zambiya’nın kültürel dokusuna götürüyor. Müziği, karakterlerin hayatta kalma mücadelelerinde yaşadıkları çatışmaları destekleyen bir araç olarak kullanmaktan çekinmiyor.
Rungano Nyoni’nin On Becoming a Guinea Fowl (2024) ve I Am Not a Witch (2017) filmleri arasındaki benzerlik ve farklılıklara da değinmeden geçmek istemedim. Her iki filmde de kadınların patriyarkal yapı içindeki mücadeleleri ele alınıyor ve geleneklerin birey üzerindeki etkisi irdeleniyor. I Am Not a Witch, daha fantastik ögeler içeren ve deneysel bir dili olan bir yapımken, On Becoming a Guinea Fowl daha gerçekçi ve direkt bir anlatım tercih ediyor. Bu iki film arasındaki benzerlik, Nyoni’nin kadın hikayelerini anlatma biçimindeki evrimi ve gelişimini anlamak açısından önemli bir perspektif sunuyor. Bir sonraki anlatısını heyecanla beklememi sağlıyor.
Filmin aldığı eleştiriler genellikle olumlu yönde. Yönetmen Nyoni’nin karakter gelişimi ve sinematografik tercihleri övgüyle karşılanmış. Shula kendi içsel çatışmalarını verirken, izleyici olarak benim kafamda tek bir cümle dönüyordu: “Farklı zincirlere vurulmuş olsak da tüm kadınlar özgür olana kadar ben de özgür değilim!” Bu düşünce, hikayenin temelinde yatan evrensel temanın bir yansıması. Kadınların toplum içinde var olma mücadelesi ve özgürlük arayışı üzerine uzun uzun düşündüren film, sadece Zambiya’nın kırsalındaki bir kadın hikayesine odaklanmakla kalmıyor, kolektif kadın mücadelemize de ışık tutuyor. Sinemada daha çok kadın hikayesi göreceğimiz günlere… İyi seyirler!
On Becoming a Guinea Fowl: Patriyarkanın Pençesi