No Time to Die: Craig’e Olabilecek En İyi Elveda
Daniel Craig’in başrolünde olduğu James Bond serisinin beşinci ve son filmi olan No Time to Die’ın yönetmenlik koltuğunda True Dedective’in efsaneleşmiş ilk sezonunu, ilgi toplamış Maniac’ı ve Beasts of No Nation’ı yönetmiş Cary Joji Fukunaga oturuyor. Filmin oyuncu kadrosu ise daha önceki Bond filmlerinde izlediğimiz Lea Seydoux, Christoph Waltz, Jeffrey Wright ve Ralph Fiennes’i içeriyor. Yeni gördüğümüz yüzler ise filmin kötüsünü oynayan Rami Malek ve Ana de Armas.
Yazımıza başlamadan önce şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Daniel Craig gelmiş geçmiş en iyi James Bond performansını izletti bizlere beş film boyunca. Her ne kadar Sean Connery’nin yeri ayrı olsa da bu blockbuster devrinde izleyicilerin beğenisini kazanan ve ana-akım kültürdeki yerini sağlamlaştıran Craig idi. Birçoklarının ve benim de söyleyebileceğim; Daniel Craig bugüne kadar izlediğimiz belki de en iyi üç Bond filminden ikisi olan Casino Royale ve Skyfall’da 007’ye hayat verdi. Skyfall gibi muazzam bir filmden sonra stüdyo baskısı ile isteksiz olarak bir film daha çeken Sam Mendes hiç şüphe yok ki biz Bond-severleri Spectre ile hayal kırıklığına uğratmıştı. O filmden sonra Bond rolünü bir daha oynamak istemeyen Craig’in bu filmle beraber bizlere güzelce bir veda etmesi Spectre’nin yarattığı hayal kırıklığını unutturdu.
Yazının bundan sonraki kısmı filme dair spoilerlar içerecek, uyarmadı demeyin. Filmin başından sonuna kadar adeta bir ‘’Spectre: Part II’’ olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Filmin açılışını zaten Bond ve Madeleine yapıyor ve her ne kadar dağıldığını düşünsek de Spectre örgütünün faaliyetlerine devam etmesiyle bu ikilinin yaşadığı aşka uzunca süre bir ara vermesini görüyoruz ve merakla beklenen kısma geçiyoruz: filmin intro kısmı. Skyfall’un, Adele’in aynı ismi taşıyan muazzam şarkısı eşliğinde izleyicilere yaşattığı o görsel haz üzerinden neredeyse on yıl geçmesine rağmen unutulmuş değil ve efsaneleşme yolunda ilerliyor. Spectre’nin introsu Skyfall’un altında kalmıştı ama No Time to Die filmin intro kısmında bize çok fazla olmayan eksi kısımlardan birini sunuyor. Billie Eilish’in sönük şarkısı eşliğinde bir akıcılığı olmayan, fazla uğraşılmamış hissiyatı veren bu intro kesinlikle beklentilerin çok altında.
Her ne kadar kağıt üstünde muhteşem gözüken Spectre filmden önce inanılmaz heyecanlandırmış olsa da hayal kırıklığına uğratmıştı ve açıkçası yine kağıt üstünde muhteşem görünen No Time to Die’ın aynı hayal kırıklığına uğratacağından çekinmiştim. Ama filmi çekme konusunda inanılmaz istekli olan, yıldızı parlayan Fukunaga’nın yönetmenlik koltuğuna oturması, Spectre’de akıbetine ve kendisine yazılan senaryoya üzüldüğümüz Christoph Waltz’ın aynı rolle geri dönmesi, filmin iki saat kırk üç dakika gibi ağızları açık bırakan muhteşem süresi, Daniel Craig’in veda busesi oluşu, Rami Malek gibi taze Oscar kazanmış oyuncunun kötü adam olarak filme dahil olması bizi filme karşı aşırı heyecanlandırmıştı ve beklentilerimizi inanılmaz yükseltmişti. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki No Time to Die, bir-iki günahı dışında bu beklentilerin hepsini karşılayan inanılmaz bir film olmuş. Kişisel Craig filmleri sıralamamda Skyfall’dan hemen sonra geliyor. Uzun süresine rağmen akıcılığından ödün vermiyor ve film bitimi gerçekten verdiğim paraya değdi dedirtiyor. Spectre’de ruhsuz bir performans sergilemiş Craig’in belki de en iyi Bond bu film ile vermesi gerçekten gözleri yaşartacak cinsten. Ana de Armas yeni bir yüz olarak filme çok fazla enerji katmış ve keşke daha fazla gözükseymiş dedirtti.
Her ne kadar övülmesi saatler sürecek bir film olsa da No Time to Die’ın zayıf olduğu ve yanlış yaptığı kısımlar da göz ardı edilecek gibi değil. Bunlardan ilki ve en önemlisi maalesef Rami Malek’in canlandırdığı Safin karakteri olmuş ve bunda en büyük suç kesinlikle filmin senaryosunu yazan ekip, aynı zamanda bu ekibin de içinde bulunan yönetmen Fukunaga olmuş. İki saat kırk üç dakika süren bu filmde Rami Malek’in ekran süresi yaklaşık on dakika, evet yanlış duymadınız. Filmden önce Safin’in, Javier Bardem’in döktürdüğü Skyfall’un antagonisti Silva kadar muhteşem bir kötü olacağı yönünde bir beklentiye sahiptim ama No Time to Die izleyicileri bu konuda hayal kırıklığına uğratıyor. Filmde Safin’in, Madeleine’in babasını öldürmeye gittiğini ama onun yerine annesi ve kızı ile karşılaştığını, Madeleine’in de canını bağışladığını görüyoruz. Daha sonra Safin’in, MI6’in Herkül isimli bir projesini çaldığını ve değiştirdiğini, bu projenin vücuttan asla çıkmayacak olan nanotek teknolojisi ile insanların diğer insanları sadece dokunarak öldürebildiğini görüyoruz. Daha sonra Madeleine’in babasının kendisinin ailesini katlettiğini öğreniyoruz. Bütün bunlara rağmen izleyici hiç bir zaman Safin ile iletişim kuramıyor çünkü onun ne motivasyonunu anlayabiliyoruz ne de neden bunları yaptığını. Kendisine yazılan kısıtlı metin ile Rami Malek de filmde parlamayı başaramıyor ve Safin iyice silik bir kötü adam haline geliyor. Filmin sonlarında kendisinin dünyayı daha iyi bir yer yapmak için bu proje aracılığı ile dünya nüfusunun önemli bir kısmını öldürmek istediğini görüyoruz ama neden bunu yaptığını ve onun motivasyonunu asla anlayamıyoruz. Bu kadar uzun süren bir filmin bu konuda sınıfta kalmış olması adeta gülün ele sertçe batan bir dikeni gibi.
Filmin görüntü yönetmeni Linus Sandgren maalesef özellikle Skyfall ve Spectre ile iyice yükselmiş standardı maalesef yakalayamamış. İnsan filmden sonra acaba bu filmde Sir Roger Deakins bulunsaydı neler görebilirdik diye düşünmüyor değil. Zaten filmin bu eksileri bir artıya dönüşebilmiş olsaydı belki de şu an No Time to Die’ın gelmiş geçmiş en iyi James Bond filmi olduğunu bu satırlara yazıyor olurdum. Bunların dışında ise filmde Bond’un Madeleine’den bir kızı olması ve filmin sonunda da Bond’un ölümü kesinlikle beklentilerin dışında gelişen olaylardı. Filmin sonunda Bond’un nanotek aracılığı ile zehirlenmesi ve kurtulabilecek olsa bile bir daha hayatının aşkına ve kızına dokunamayacak olması filmin senaryosunun ayrı bir övgü olarak bahsedilebilmesine yol açmış. Craig o kadar süredir biz izleyiciler ile birlikte ve kendini o kadar kabul ettirmiş ki, filmin sonunda onun anısına tokuşturulan kadehlerin biri adeta filmin izleyicisi oluyor.
Toparlamak gerekirse, No Time to Die uzun süresine rağmen bunun her dakikasına değecek, parasını hak edecek ve sadece yapılmış olmak için çekilmemiş, gerçekten izlenmeye değer bir veda restiali olmuş. Daniel Craig’den sonra kim gelecek tartışmalarına girmekten ziyade, benim önerim bu filme giderek ona son bir veda etmeniz. Çünkü belki de gelmiş geçmiş en iyi James Bond’u bir daha izleyemeyeceğiz; No Time to Die’ın değeri de yıllar sonra anlaşılmış olacak ve Bond kültürüne adını kazıyarak yazmış olacak. Çünkü bu iddiaları yerine gerçekleştirmiş bir yapım var karşımızda.
No Time to Die: Craig’e Olabilecek En İyi Elveda