Kuvvetli Bir Alkış: Düşlerin Ötesinde
Tiyatro, film, dizi yazarlığı ve yönetmenliği yapan Berkun Oya’nın sunmuş olduğu farklı anlatıları daha önce Netflix’te yayınlanan “Bir Başkadır” dizisi ve “Cici” filmi ile görmüştük. Tiyatro seyircisinin ise özellikle “Dünyada Karşılaşmış Gibi” oyunundan iyi bildiği Berkun Oya, bu sefer bizi dumura uğratan dizi projesi “Kuvvetli Bir Alkış” ile karşımızda. 6 bölümden oluşan mini dizide Aslıhan Gürbüz, Fatih Artman, Cihat Süvarioğlu gibi önemli oyuncuları ana karakterler olarak seyrederken Nur Sürer, Cengiz Bozkurt, Devrim Yakut, Settar Tanrıöğen, Uraz Kargılaroğlu gibi büyük isimleri de bölümlerde konuk oyuncu olarak izlemek seyir keyfini arttırıyor. “Kuvvetli Bir Alkış” dizisi, izleyicisini alışılmadık bir yolculuğa çıkarıyor. Dizi, sıra dışı bir yaklaşımla günlük yaşamın içine dalıyor ve insan ilişkilerinin, toplumsal dinamiklerin, ve varoluşsal sorgulamaların izini sürüyor. Diziden daha detaylı bahsetmeden önce bu dizideki anlatının, Berkun Oya’nın daha önce yazıp yönettiği projelerden ayrıştığını düşünüyorum. “Bir Başkadır” ile bize toplumsal bir anlatım sunan Berkun Oya, “Kuvvetli Bir Alkış” ile daha bireysel bir yaklaşımla başlayıp daha sonra topluma açılan bir yapı ile devam ediyor.
Hikaye, karı koca olan Zeynep (Aslıhan Gürbüz) ve Mehmet’in (Fatih Artman) çocuk sahibi olmak istemesiyle başlıyor. Bir bebek için gereken her şeyi ve hatta fazlasını satın alan ailenin günümüz tüketim çılgınlığına kendisini nasıl kaptırdığını çocuk yapmayı unutmalarından anlıyoruz. Öyle ki modern dünyada, puset satın almak, çocuk odası kurmak gibi tüm bu bebek eşyalarını satın almak; bebeğin kendisinden daha önemli gibi gözüküyor. İlerleyen zamanlarda anlıyoruz ki evdeki ailenin çocuk üzerindeki hayalleri, okuldaki öğretmenin ve toplumun çocuktan bekledikleri gibi birçok şey aslında zaten çocuktan daha önemli. Bunların çoğunu hissetmiş olacak ki daha doğmadan anne karnında gördüğümüz Metin, zaten doğmak istemiyor. Doğduktan sonra ana rahmine geri dönen Metin’i annesi Zeynep, kendi istekleri için tekrardan dünyaya geri getirme kararı alıyor. Hikayenin ilerleyen kısmında Metin’in varoluşsal sancılarını ve aile ile olan ilişkisini izliyoruz.
Anne Zeynep, meditasyonu ve oğlu üzerindeki olumlamaları ile kendi çapında bir anlam arayışında. Metin ise her seferinde varoluşun anlamsızlığını annesinin yüzüne bir tokat gibi çarpıyor. Baba Mehmet’in ise halihazırda inanmayı seçtiği ve onlara tutunarak ilerlediği bazı şeyler olduğunu söyleyebiliriz. Baba Mehmet’in hiçbir yerde görmediğimiz ciddiyetini oğlu 7 ve 3’ü çarpamadığında görüyoruz. Oğlu matematik yapamayan baba Mehmet’in bu kadar sinirlenmesinin sebebi onun erillik anlayışıyla çatıştığı içindir belki de. Anne ve babanın modern dünyada inandığı hiçbir şey, onların mutlu olmasına yetmiyor. Oğul Metin de günümüzde içi boşalmış hiçbir ideolojiye uyararak mutlu olunmayacağını anladığı için hayattaki anlam arayışından vazgeçmiş durumda. Yine de dünyayla paylaşmak isteyeceği bir şeyler olacak ki, düşüncelerini yazmış olduğu rap müziğinin sözleriyle aktarıyor:
“Ve sokaklar sizin gibi tekerlekli boy aynalarına kaldı…
Artık herkes şehirli,
Artık herkes köylü,
Artık herkes faşist anne
Artık herkes solcu…”
Çocuk Metin, bu sözlerle insanların kendini tanımlamayı seçtiği her etiketin ve ideolojinin nasıl içinin boşaldığını ve anlamsızlaştığını tasdik ediyor.
Anlatının yanı sıra estetiğe değinecek olursak yönetmenin mizansen, makyaj, kurgu gibi estetik tercihlerinin dizinin anlatısına derinlik kattığını söyleyebiliriz. Portakalda vitamin olan haline dönmek isteyen Metin’in hep turuncu giymesi, göbek bağı ile dünyaya çekilen yetişkin Metin, ve yönetmenin tiyatro anlayışından geldiğini düşündüğüm “alkış” dış sesleri gibi kurgusal ve sanatsal unsurlar diziyi yukarıya taşıyor. Seyirci olarak, filmin sürrealist yapısına kısa sürede alışıp kendinizi Metin’in büyüme yolculuğunda sürüklenirken buluyorsunuz. Ne tesadüftür ki bir erkeğin hikayesinin sonunda “ilk aşk” ve “anne” unsurunu aynı panelde aynı derece hayatına etkisi büyük iki kadın olarak görüyoruz. Bu anlamda hikayenin Oedipus epiği sunduğunu söyleyebiliriz. Baştan itibaren eksik olan her şey Metin için ana rahmine dönmekle ilgilidir çünkü. Sevgilisinde arayıp bulamadığı, hayattan isteyip alamadığı “eksik bir şeyler var” hissini hiçbir zaman tamamlayamaz Metin. Çünkü hep oraya dönmek ister. Ne zaman ki annesi Metin’in ‘yılanı’ nı sever ve Metin’e sütünü verir, işte o zaman belki huzura ermiştir Metin. Büyüme hikayesi bittiğinde kişisel ilişkiler bir yanda kalınca, seçim yapamayan, soru sormayı unutmuş bir topluma göz kırarken buluyorsunuz kendinizi ve Metin gibi haykırmak istiyorsunuz hakikatini ve ismini unutmuş hafıza kaybı yaşayan Kudret’e:
“Aynasınız siz ayna!
Tekerlekli boy aynalarısınız hepiıniz!
Yansımasınız, yansıma..”
Diye.
Sonuç olarak “Kuvvetli Bir Alkış” her şeyiyle düşündürürken güldüren, güldürürken ağlatan yapısıyla benim için Berkun Oya’nın en sevdiğim projesi oldu. Sürrealizm ve absürdizm gibi felsefi akımlardan ilham alan Berkun Oya, izleyiciyi düşündürmeye ve sorgulamaya teşvik ediyor. “Kuvvetli Bir Alkış”, sadece eğlenceli bir dizi değil, aynı zamanda derin anlamlar taşıyan bir sanat eseri olarak da değerlendirilebilir.
Kuvvetli Bir Alkış: Düşlerin Ötesinde