Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Dream Scenario: Şöhret ve Linç Kültürü Üzerine Bir A24 Kabusu

Dream Scenario: Şöhret ve Linç Kültürü Üzerine Bir A24 Kabusu

Yazar: Beril Şamlı

Dream Scenario: Şöhret ve Linç Kültürü Üzerine Bir A24 Kabusu

Norveçli yönetmen Kristoffer Borgli, Carl Jung’un kolektif bilinçdışı teorisinden esinlenerek yazdığı ikinci uzun metrajlı filmi Dream Scenario’da tek başına bile oldukça ilginç bir konu olan rüyalardan yola çıkıyor. “Sıradan bir adam bir anda dünyadaki herkesin rüyalarına girerse ne olur?” fikrini konu alan senaryosunda linç kültürü (cancel culture) ve şöhret üzerine düşündürücü bir deneyim sunuyor. Borgli, yapımcılığını Ari Aster’ın da paylaştığı A24 filmi Dream Scenario’da izleyiciyi özgün, komik ve rahatsız edici bir senaryoyla buluşturuyor.

Başrolünde Nicolas Cage’i (Paul Matthews) izlediğimiz Dream Scenario’da, Julianne Nicholson ve Michael Cera ile birlikte Dylan Gelula da rol alıyor. Cage, aldığı roller dolayısıyla “internet meme’i” haline gelerek filmdeki karakteriyle benzer durumlarda bulunmuş bir aktör olarak kesinlikle başarılı bir oyuncu seçimi olmuş. Paul Matthews karakterinin o sıradanlığını ve kitle kültürü sebebiyle acınası bir noktaya evrilen hayatını otantik bir şekilde seyirciye aktaran Cage’in, filmde gösterdiği muhteşem oyunculuk performansı yadsınamaz bir gerçek.

İnsanların gözünden nasıl göründüğümüzü kontrol edemeyeceğimiz üzerine vurgu yapan filminde Borgli, Nicolas Cage’in karakteri Paul için oldukça talihsiz bir durum yaratmış. Sıradan bir hayata sahip, akademisyen ve bir aile babası olan Paul, böylesine sıradan bir hayata sahip olmanın yanı sıra, filmde de tasvir edildiği gibi “silik” de bir tip. Filmdeki “zebra örneği” gibi, Paul da tıpkı kendi sürüsünün içinde bireysel olarak dikkat çekmeyen zebralara benzer şekilde, insanların gözünde ayırt edici bir özelliğe sahip olmayan birisi. Ta ki, dünyanın her yerinde insanlar Paul’u rüyalarında görmeye başlayana kadar.

En başta fazlasıyla tuhaf olsa da daha masum bir şekilde başlayan bu “rüya salgınında”, insanlar rüyalarında Paul’u en kaotik durumlarda bile hiçbir şey yapmazken, kayıtsız bir halde görmeye başlıyorlar. Paul’un canını bu kayıtsızlık imajı sıkıyor. Kendi hayatında da çok fazla eyleme geçen biri değil çünkü. Sürekli kitabını yayımlatmak istediğinden bahsediyor. Yetmezmiş gibi, eski bir arkadaşına kendisinin yazmayı istediği bir alanda kitap yayımlatabildiği için kinleniyor. Halbuki ortada Paul’un yazıp yayımlatabileceği tek bir cümlesi bile yok. İçten içe bu eylemsizliğinin farkında olan Paul, onu hiç tanımayan yabancıların dahi bilinçaltlarında onu öyle görüyor olmalarına içerleniyor.

Kısa bir süre içinde bu “rüya salgını” sebebiyle Paul oldukça ünleniyor. Öğrencileri derslere merakla katılıp fotoğraf çektirmek istiyorlar. Evde de lise çağındaki kızından “neredeyse havalı biri” olduğunu duyuyor. “Silik” birisi olarak tanımlanan Paul, birden bire “dünyanın en ilginç insanı” olarak tanımlanmaya başlıyor.

Bir noktadan sonra, yakaladığı bu hızlı şöhret yine hızlıca olmak üzere talihsiz bir noktaya evriliyor. İnsanların gördüğü rüyaların içeriği seyir değiştirdikten sonra Paul’un ve ailesinin hayatı bir daha asla eskisi gibi olmuyor. Rüyalarda hiçbir şey yapmadan gezinen, olaylara kayıtsız kalan Paul bir anda insanlarda kabuslar yaratan bir rüya öğesine dönüşüyor. Öğrencileri derslere katılmamaya başlıyor. Restorandaki diğer müşteriler rahatsız olduğu için oturup yemeğini bile özgürce yiyemiyor Paul. Birden bire bütün dünyanın korktuğu, hatta nefret ettiği birine dönüşüveriyor. Üniversitedeki öğrenciler maruz bırakma (exposure) terapisi bile almak zorunda kalıyor Paul yüzünden. Aslında Paul yüzünden demek bile doğru değil. Paul ile ilgili gördükleri rüyalar yüzünden oluyor bunlar.

Günün sonunda Paul’un gerçek hayatta sebep olduğu hiçbir şey yok. Küstah, alıngan, kıskanç ve kindar birisi olsa da, bir suç bile işlememiş hatta bir karıncayı bile incitmemiş bir karakter var karşımızda. Bu da yetmezmiş gibi, eşi ve kızları da sosyal hayatlarında bu durumdan etkileniyorlar. En sonunda Paul tüm itibarını kaybettiği gibi, sahip olduğu en önemli şey olan ailesini de bu durumdan dolayı kaybediyor.

Aslında insanlık tarihinden beri farklı versiyonlarla var olan linç kültürü üzerine modern bir bakış açısı sunmuş Borgli. Tüm dünyanın bir anda “aslında masum” olan bir insana karşı cephe almasını izlemek sinir bozucu düzeyde rahatsız edici oldu benim için. Senaryoda çok da taraf tutmadan, yer yer güldürerek fakat trajik olaylarla ince bir şekilde eleştiri yaratmış. Bu rüya salgınını ve sebeplerini çözümlemek yerine konuyu şöhret ve kontrol edilemez imaj meselesine yönelten Borgli’nin, göz devirten çiğ bir perspektiften bakmadan linç kültürü üzerine oldukça özgün ve ilginç bir senaryo sunduğunu söyleyebilirim. Fazlasıyla komik durumların yanı sıra rahatsız edici bir tat da bırakan Dream Scenario, sinopsisi okuyup bir bilim kurgu filmi beklemeyenler için tatmin edici olduğunu düşündüğüm bir film.

Dream Scenario: Şöhret ve Linç Kültürü Üzerine Bir A24 Kabusu

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...