Gibi 6. Sezon 8. Bölüm: Çöl Definesi
Bazen en ağır yük, insanın kendi zihninin içerisinde taşımaya çalıştığı kelimelerdir. “Gibi”nin Çöl Definesi bölümü, tam da bu ağırlığı taşıyan bir gece vaktiyle başlıyor. Gece saat üç sularında, ruhunun dehlizlerinde dolanan Ersoy’un, balkondan aşağıya kendini atma fikrine itecek kadar etkileyen bunalım ile açılış yapılıyor. Bir yanda hayata dair heveslerin, beklentilerin ve hayal kırıklıklarının boynuna ilmek attığı Ersoy; öte yanda onun çaresizliğini çay demleyerek çözmeye çalışan Yılmaz ve tabii ki her şeyi tantuniden bilmeye meyilli İlkkan.
Bu bölümde alışık olduğumuzdan daha dingin bir atmosfer kurulu. Mizah dozu düşürülmemiş ama fazlasıyla rafine edilmiş, hatta yer yer içsel bir terapi seansına dönüştürülmüş diyebiliriz. Yılmaz’ın çocukluk anısı üzerinden anlatılan “Çöl Definesi” kıssası ise, bölümün omurgasını oluşturan masalsı yapının anahtarı. Gibi, bu bölümüyle hem gerçek hem de hayâli olanın sınırında dolaşarak, hikâye anlatıcılığı becerisini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Çöl sahneleri, üçlünün canlandırmalarında yavaş yavaş vücut bulurken; izleyiciye de zihinlerinde kendi çölde yürüyüşlerini kurma imkânı tanıyor. Her birinin farklı bir hazine arayışına çıkması (gözlük, ayna ve şifalı bitki) sadece karakterlerinin mizahi izdüşümünü değil, aynı zamanda ruhsal bir metaforu da yansıtıyor. Yılmaz’ın gördüğü gözlükle dünyayı yeniden şekillendirme arzusu, İlkkan’ın ayan beyan olmak istemesi ya da Ersoy’un acısına derman arayışı… Hepsi bir anlamda insanın kendini bulma yolculuğuna dair alegorik temsiller.
Kıssanın sonunda karşımıza çıkan üç uzun kadın silueti, gerçekte sadece birer sopaya geçirilmiş çarşaflar ve altlarında duran üç basit obje çıkıyor: gözlük, ayna ve şifalı bitki. Aslında bu, umut bağlanan şeylerin çoğu zaman sadece birer yansıma ya da beklenti olduğunu, asıl dönüşümün içsel bir süreçle mümkün olacağını bizlere hatırlatıyor. Ersoy’un “kurtarıcı ot” ile hayata dönmesi, hikâyedeki tek somut mucizedir, kim bilir belki de yalnızca baygınlık geçirip kendine gelmişti ve o yılan tehlikesiz bir yılandı. Diğer iki obje ise tamamen izleyiciye “arada sırada yanılırsın, olur öyle” demenin nazik bir yoluydu.
Yılmaz’ın mutfaktaki anlatımı, çocukluk korkularının nasıl aşılabileceğine dair naif bir yöntem öneriyor: şeker, bir dost eli ve iyi bir hikâye. Cibi Dede’nin figürü, sadece bir yardımcı karakter değil, aynı zamanda çocukluğumuzun kırılgan anlarında bize uzanan eli temsil ediyor. Geçtiğimiz bölümlerde Cibi Dede’nin adını hapishanede kıyafet götürdükleri bir dede olarak duymuştuk. İster istemez bu bölümdeki anlatımıyla manevi ve tasavvufî unsurları ağır basarak tamamen saf ve temiz gibi görünen bu karakterin kötü yola düşmesinin sebebini merak ediyoruz. Kıssayı anlamakta zorlanan İlkkan ve Ersoy’un anlatımı yarıda kesen sorularına kızan Yılmaz, aslında hikâyeye dair sabrını değil, anlama uğraşının aceleyle tüketilmesine duyduğu öfkeyi dışa vuruyor.
Son sahnede sabahın ilk ışıkları altında kıssayı sonlandırıyoruz. Balkona çıkıp tekrar bir hava almak isteyen üçlünün, kıssayı yorumlayamamasıyla balkonda tek bıraktığı Ersoy, içsel düşünceleriyle yeniden baş başa kalmak istiyor. Yılmaz’ın “Sana iki gün müddet, bu kıssanın anlamını bul” deyişi, Ersoy’a verilmiş bir ev ödevi değil; hayata tutunmak için bir sebep bulma çağrısı. Bu yönüyle bölüm, klasik “Gibi” formülünden sapmadan, fazlasıyla duyarlı ve düşünsel bir çizgi yakalıyor.
Velhasıl, Çöl Definesi, mizahla karışık varoluş sorgusunu başarıyla işleyen, katmanlı ve çokça düşündüren bir bölüm olarak sezonun en güçlü işlerindendi bana göre. Hem anlatımı hem atmosferi hem de metaforlarıyla sadece izlenmek değil, sindirilmek isteyen bir bölüm. Bu defa kahkaha değil, tebessümle ve biraz da boğazda düğümle biten bir hikâye… Ama zaten hayat da biraz öyle değil mi?
Gibi 6. Sezon 8. Bölüm: Çöl Definesi
Get real time update about this post category directly on your device, subscribe now.