Don’t Move: Kader Diye Bir Şey Yoktur
Başrollerini Kelsey Chow, Finn Wittrock, Moray Treadwell ve Daniel Francis gibi isimlerin paylaştığı Don’t Move filmi 25 Ekim itibariyle Netflix’te yayına girdi. Son derece heyecanlı bir Amerikan gerilim filmi olarak karşımıza çıkan filmin yönetmenliğini Adam Schindler ve Brian Netto üstleniyor. Don’t Move filmi ikilinin beraber yönettiği başarılı filmlerden sadece biri. Bu başarılı filmin güçlü senaryosunun da daha önce ikiliyle birlikte güzel işlere imza atmış TJ Cimfel ve David White tarafından yazıldığını görüyoruz.
Filmin ilk dakikaları son derece sakin ilerlese de ortalarına geldiğimizde gerilim vücudumuzu yavaşça ele geçiriyor. Iris karakteriyle karşımıza çıkan Kelsey Chow; yakın zamanda oğlunu kaybetmiş, yas tutan bir anneyi canlandırıyor. Duygu aktarımını gayet iyi sağlayan oyuncumuz gerilim filminde bile bizi hüzünlendirmeyi başarıyor. Biricik oğlunun hayatını kaybettiği yeri ziyarete gittiğinde tahmin etmesi çok da zor olmayan bir hamle yapmak istiyor. Oğlunun ölümünden kendini sorumlu tutan Iris’in kafasında intihar düşüncelerinin olduğunu görmek biz izleyiciler için çok da zor değil.
Tam o sırada zamanlaması müthiş olan diğer başrol oyuncumuz -kendi deyimiyle- Richard devreye giriyor. Süslü cümleleriyle acılı annemizi manipüle etmeye çalışan Richard en başta pek başarılı olamasa da kız arkadaşını kaybettiği kazayı anlatmaya başlayınca istediğini yavaş yavaş elde ediyor ve yas tutan annenin hassas noktasını bulmuş oluyor. Aynı acıyı paylaştığımız kişilerle konuşmak bizi kesinlikle rahatlatır. Ancak karşılaştığımız her kişinin sözüne sonsuz güvenmek yapabileceğimiz en büyük hatalardan biridir.
Filmin bundan sonraki kısımlarında aslında yalan söylemenin ve bir role bürünmenin bazı insanlar için ne kadar kolay olduğunu görüyoruz. Kendimizi istemsizce Iris karakterinin yerine koyduğumuzda onu bekleyen felaketin ne kadar büyük olduğunu hissedebiliyoruz. Gerek kamera açıları gerek filmin genel renk tonlaması tüylerimizi ürpertmeye yetiyor.
Bu noktada filmin sürekli aynı renk paletiyle ilerlemesi, kameranın yalnızca tek açıdan değil bir sürü açıdan filmi sahnelemesi bu filmin iyi bir gerilim filmi olduğuna da işaret ediyor. Ayrıca hikâyenin tek bir günde hatta birkaç saat içerisinde yaşandığının gösterilmesi biz izleyicileri dar bir zaman alanına sokuyor ve olayları daha iyi kavramamızı sağlıyor. Belirli ögelerin tekrar etmesi ve çoğu sahnede aynı ögelere şahit olmak da söz konusu hikâyenin işleyişini büyük oranda güçlendiren ve yönetmenlerin yeteneklerini gösteren unsurlardan sadece bir tanesi.
Karakterlerin kişisel hikayeleri çok derin bir şekilde işlenmese de kameranın temel başrollere odaklanmış olması aslında izleyicilerin asıl karakterlerin hikayelerini çok da merak etmemesini sağlıyor. Filmin genelinde kullanılan işitsel ögelerin ve gerilim filmlerinin vazgeçilmezi olan ani ses çıkışlarının çoğunlukta olmaması, filmin sakin bir şekilde ilerlemesi de izleyiciyi bir yönden rahatlatırken bir yönden de fazlasıyla tedirgin eden ögelerin arasına giriyor.
Filmin son kısımlarında gücün aslında hiçbir şeyi temsil etmediğini, içimizdeki umudu söndürmezsek ve kendimize güvenirsek en güçlünün biz olacağını görüyoruz. Ayrıca tatlı dilin yılanı gerçekten deliğinden çıkardığına da filmin sayesinde en ön koltuktan şahit oluyoruz. Film basit bir gerilim filmi gibi gözükse de altında yatan mesajların gerçekten güçlü olduğu kanaatindeyim. Ayrıntılara çok fazla önem verilmese de filmin genel işleyişi sıkıcı değil ve devam etme isteği uyandırıyor. Filmin çok uzun olmaması göze batan detaylardan değil ancak hikâyenin biraz daha güçlü işlenmesi seyirciyi daha fazla doyurabilirdi. Yine de çok fazla şiddet ögesi içermediğinden benim için izlenebilecek çerez filmler arasında yerini alıyor. Kanlı veya vahşetli filmlerden hoşlanmıyorsanız Don’t Move gönül rahatlığıyla tercih edebileceğiniz gerilim filmlerinden biri olacaktır. Oyuncuların başarılı performanslarıyla keyifli bir film sizi bekliyor.
Don’t Move: Kader Diye Bir Şey Yoktur