Anasayfa İncelemelerDizi İncelemeleri Dexter: Original Sin 1. Sezon: “I was born this way”

Dexter: Original Sin 1. Sezon: “I was born this way”

Yazar: İpek Turgay Tan

Dexter: Original Sin 1. Sezon: “I was born this way”

2006’da başlayıp 2013’te biten, final sezonuyla hayal kırıklığı yaratan efsane dizi Dexter’ın prequel dizisi Dexter: Original Sin’in tamamı yayınlandı. On bölümlük dizi, fanlardan geçer not aldı gibi gözüküyor. Genelde dizilerin ve filmlerin devamları ya da önceki hikayeleri pek iyi olmaz ama bu dizi izleyicilerin ön yargısını kırmayı başarıyor. Sanıyorum dizide asıl Dexter’ımız Micheal C. Hall’un sesini duymak ve yapımcı olarak jenerikte ismini görmek de bir o kadar etkili bir sebep diziyi sevmek için. 

Original Sin’in konusu kısaca şöyle; 1991 yılı yine Miamideyiz. Dexter Morgan, üniversiteden yeni mezun olmuş ve Miami Metro Polis Departmanı Adli Tıp bölümünde stajyer olarak işe başlamıştır. Ancak Dexter, sıradan bir stajyer değildir tabi ki içinde bastıramadığı karanlık bir dürtü taşımaktadır. Ya da onun deyimiyle: karanlık yolcu… Kan ve öldürme arzusuyla dolup taşan bu Karanlık Yolcu, gölgesinden kaçmaya çalışırken, tek sırdaşı ve aynı zamanda üvey babası olan Dedektif Harry Morgan ona rehberlik etmeye çalışır.  

Harry, Dexter’ın bu dürtülerini kontrol altına alması için ona katı bir ahlaki kod öğretir: Ölmeyi hak edenleri hedef almalı, asla masumlara zarar vermemelidir. Dexter, polis departmanındaki erişimi sayesinde suçluların izini sürerken, hem adalet hem de kendi içindeki karanlıkla başa çıkmanın yollarını arar. Ancak stajyerlik döneminde, sadece suçlularla değil, kendi içindeki canavarla da yüzleşmesi gerekecektir. 

Dizi, Dexter Morgan’ın Miami Polis Departmanı’na girdiği döneme ve seri katil olma hikayesinin başlangıcına odaklanıyor. O zamanlar henüz 20’li yaşların başında olan Dexter’ın “The Code” ya da “Harry’s Code”un oluşma hikayesini izliyoruz. Karakterlerle tek tek tanıştığımızda dış görünüş olarak orjinal dizideki karakterlere oldukça benzer bir cast seçimi yapılmış. Genç Dexter Morgan’ı canlandıran Patrick Gibson, oldukça zor bir yükün altından başarıyla kalkmış. Muhtemelen büyük bir mirasın altında kalmaması gerektiğinin farkında olarak hazırlanmış bu role. Kendisi, çok yakından tanıdığımız ve sevdiğimiz seri katilin aynı kişi olduğuna bizi ikna etmekte hiç zorlanmıyor. Bu noktada Dexter’ın iç sesini Micheal C. Hall’un seslendirmesi oldukça doğru bir seçim gibi gözüküyor. Bu seçim sayesinde Patrick Gibson’a alışmakta, onu Dexter olarak kodlamakta hiç zorlanmıyoruz. Oyunculuğu, bakışları, mimikleri ve 20 yaşındaki bir gencin hallerini yansıtmakta başarılı bir performans izliyoruz.  

Jenerik de dizinin orijinal jeneriğine oldukça yakın, neredeyse aynı planlar çekilmiş. Kullanılan müzikler de orijinal müziklerle aynı. Belki de dizinin isminin “Original” sin olması birçok sebepten ötürüdür.  

Dexter’ın seri katil olmasına rağmen bu kadar sevilmesinin elbette temel bir sebebi var; Anti-kahraman olması. Anti kahramanların kendi yasalarını koyan ve kendi etik değerlerine sahip olan karakterler olması izleyiciler için her zaman çekicidir. Dexter’ın da katil olmasına rağmen yalnızca kötüleri öldürmesi, başka katilleri öldürmesi, çocuklara karşı merhametli olması, adli tıp çalışanı olarak “adalet”e yardım etmesi onun sevilebilir olmasının sebepleri. 

İlk bölümlerde Dexter dizisinden bildiğimiz birçok hikayeye tekrar tanıklık ediyoruz. Bu hikayeleri Dexter’da Flashback olarak izlemiştik. Bu hikayeler bu dizide biraz daha açılmış ve neden-sonuç ilişkisine daha rahat ulaşılmış. Özellikle Dexter’ın babasıyla olan ilişkisi, annesinin hikayesi, kardeşi Brian ve Debra gibi karakterlere daha yakından tanıklık ediyoruz. Henüz 20’li yaşlarda olmanın verdiği tecrübesizlik ve amatörlük, code’u yani yasa ya da kuralı daha sağlam inşa etmeye çalışması gibi olaylar oldukça iyi işlenmiş. Kendisinin farkında olduğu bir şey var ki; o canavara dönüşmedi, böyle doğdu… Tek istediği bir şey var bu dürtüleri kontrol edebilmek. Ve babasının öğrettiği gibi yalnızca yaşamayı hak etmeyenlerle karanlık yolcusunu tanıştırmak… 

Dizi ritim olarak oldukça hızlı akıyor. Aynı Dexter’da olduğu gibi tempo bir an bile düşmüyor ve bir bölüm daha açma isteği duyuyorsunuz. Dizinin hikaye yapısı yine aynı şekilde kurulmuş. Her bölüm A hikayesinde yeni bir olay yeri, yeni bir katil varken, B hikayesinde bir sezon boyunca Dexter aynı katilin peşinden gider. Original Sin’de de aynı şekilde tüm sezon aynı yapı üzerinden kurulmuş ve kurgulanmış. Dexter hayranlarının aşina olduğu bu anlatım biçimi, izleyicileri diziye alıştırma ve sevdirme konusunda oldukça etkili olmuş. Finali biraz daha farklı ve etkili olabilirdi diye düşünüyorum. Belki 10 yerine 13 bölüm olsaydı finale doğru daha etkili bir çatışma görebilirdik. Biraz kolaya kaçılmış duygusu olsa da yine de orijinal dizinin sonuna göre çok daha iyiydi.  

Dexter’ın ana hikayesinden tahmin ettiğimiz kadarıyla 2. sezon Dexter’ın öz kardeşi Brian Moser’a ve Harry Morgan’ın ölümüne odaklanacak. Ve tabi ki genç Dexter’ımız kendisinden daha da karanlık bir katilin peşinden gidecek… 20 sene sonrasından bakarsak engellerle karşılaşsa da başarılı olacağını söyleyebiliriz… 

Son olarak dizinin benim gibi hayranlarına şunu söyleyebilirim ki, ön yargılı olmadan Dexter: Original Sin’i izleyin. Heyecanla ve merak ederek izleyeceğinize eminim. Micheal C. Hall’un sesini duymak bile yetiyor.  

Dexter: Original Sin 1. Sezon: “I was born this way”

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...