All Quiet on the Western Front: Savaşta Kazanan Olur Mu?
Savaşlar, her zaman sinemanın en çok beslendiği olaylardan biri olmuştur. Genellikle 2.Dünya Savaşı sinemanın daha çok ele aldığı savaş olsa da Bu savaştan önce tarihi değiştiren asıl savaş 1. Dünya Savaşı’ydı. İlk kez uçak ve tank kullanılan bu ilk kitlesel savaş insan ve ülkelerin psikolojilerini derinden etkilemişti. İşte bu savaşı her konudan ele alan bir film Netflix’e bomba gibi bir giriş yaptı: Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok. Erich Maria Remarque’ın 1929 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan 2022 yapımı Alman epik savaş karşıtı olan bir film. Edward Berger’in yönettiği filmde Daniel Brühl, Albrecht Schuch, Sebastian Hülk, Felix Kammerer, Aaron Hilmer, Edin Hasanovic ve Devid Striesow rol alıyor. I. Dünya Savaşı’nın son yıllarında geçen film, arkadaşlarıyla birlikte Alman Ordusu’na yazıldıktan sonra savaşın gerçekleri karşısında kendini risk altında bulan ve kahraman olma umutları yerle bir olan Alman asker Paul Bäumer’in hayatını konu alıyor.
Savaşa hevesle yazılan ve Alman halkını kurtaracağına inan Paul’u, Felix Kammerer canlandırıyor.
147 dakika gibi günümüzde uzun sayılacak bir yapım olan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok filmi bir savaş filminden çok sanat filmi açılışıyla bizi şaşırtıyor. Tabii ardından gelen yüzlerce insanın yerde cansız yattığı gri bir sahne ile ne filmi izlediğimizi daha baştan bize hatırlatıyor. Film boyunca bomba yüzü görmemiş doğa geçişleri ve savaşın üstünden geçtiği doğanın karşılaştırılması bize en vurucu şekilde gösteriliyor.
Yapımın ilerleyişinde iki formül var hevesli bir şekilde askere katılan Paul ve arkadaşlarının karakter gelişimi ve savaşın bilinmeyen her yüzü. Özellikle ikinci formül benim için çok daha vurucuydu. Ölen askerlerin eşyalarının alıp yıkanması, mermi ve süngü deliklerinin dikilip yeni bir askere (ki biz bunu Paul üzerinden görüyoruz.) verilmesi, ölen askerlerin künyelerinin toplanıp duygusuzca okunup kayda alınması size buruk bir üzüntü veriyor.
Savaş propagandasının ne kadar sahte ve kullanılabilir olduğunu net bir biçimde gördüğümüz filmde bu propagandaya maruz kalan bu yüzden de savaşa gülen yüzlerle ve dönünce bir rock yıldızı gibi olacaklarını düşünen Paul ve arkadaşlarının gerçek savaşla ilk karşılaşma anları ve o anda verilen şaşkınlık tepkisi muazzam derecede gerçekçi izlerken bende muhtemelen bu tepkiyi verirdim diye düşünmeden kendimi alamadım. Savaş sahnelerini, özellikle şaşkınlık anlarını karakterin gözünden gördüğümüz anlar bizi yukarıda bahsettiğim düşünceye bizi çok daha hızlı sokuyor. Savaş ve özellikle birbirini hiç tanımayan ve sadece başka bir ülkenin üniformasını giydiği için karşı karşıya gelen iki insanın birebir kavgaları çok çok gerçekçi, vahşi ve acımasız. Filmde bu sahneler estetik kaygısından uzak bir şekilde, sadece hayatta kalma dürtüsünün bize neler yaptıracağını sergileyen sekanslar. Verilen yaralar, yumruklar ve onların bıraktığı izler reaksiyonlar çok gerçekçi.
Bütün bu hengamenin yanında savaşa karar verenlerin büyük egoları ve rahatları da bize ayrı ayrı sahnelerde bir anlık geçişlerde iyi yansıtılıyor. Binlerce insanı ölüme gönderen kararlar güzel bir biftek ve iyi bir şarap eşliğinde iki dirhem bir çekirdek giyinen yaşlı insanlar tarafından veriliyor. Bu kararlar sonucu daha kanlı ve şiddetli devam eden savaşta Paul ve arkadaşları üzerinden karakterlerin değişimini ve savaşın dehşetinden bir insanın nasıl etkilendiği görüyoruz. Bu özellikle odaklandığımız karakter Paul üzerinden dönüyor. Paul savaşa güle oynaya katılan genç bir çocuktan, soğukkanlılıkla birini öldüren ve hayatta kalabilmek için robotlaşan birine dönüşüyor.
Emir geldiğinde ne kadar robotlaşsa ve duygularını bir kenara koysa da arkadaşları ile beraber insanlığını, duygularu ve gülmeyi hatırlıyor ki bu sizi gerçekten kötü hissettiriyor gülümserken gözlerinizi dolduracak kadar etkili sekanslar görüyoruz. Karar vericiler birbirinden kaliteli yemekler yerken Paul’un açlıktan kavga ettiğini ve zayıflamaktan “pantolonum düşüyor” şakaları yaptığını görüyoruz. Bu şakaların ardından gelen ölüm korkusuna ve çaresizliğe doğru olan duygu geçişleri, askerlerin dönünce ne yapacaklarını hayal etmeleri ama bir yandan da vahşete alışmaları ve eskisi gibi olamayacaklarını fark etmeleri yine sizde yumruk yemiş kadar etkili geliyor yapım da bunu çok iyi sunuyor. Burada oyunculuklara ve mimik oyunlarına değinmem lazım. Bütün oyuncular hatta bir sahnede gördüğümüz ve ölen bir figüran bile gerçekçi reaksiyonların ve mimiklerin tozunu attırıyor.
Mekanlar, silahlar ve dönem kostümleri direkt gerçeğin aynısı hatta bir sahneden görülen tank bile o dönem kullanılan tankların modellenmiş bir kopyası yapım bu konuda da çok başarılı. Çekimler ortamın vahşetini ve insanların tepkilerini yakalamak için bir geniş bir de omuz plan çekim üzerine kurulu ki bu da bize o anı daha çok hissettiriyor. Film karanlık bir temaya sahip değil gayet aydınlık her şey, her an, her yumruk, her minik net bir şekilde görülüyor. Tek eleştireceğim şey ise film uzun ve hikaye uzun bir süre bir yere bağlanmıyor bu bize Paul’un çaresiz ve aslında tam belli olmayan bir amaç için orada olduğunu yansıtmak için yapılsa da izleyiciyi bir nebze yoruyor. Fakat sona iyi bağlanması ve beklenmeyen finaliyle sizi hem üzecek hem şaşırtacak. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, ana teması savaşın gereksizliğini ve sınır tanımayan vahşeti bize gösteren ve resmi olarak savaşı bir taraf kazansa da nelerin kaybedildiğini etkileyici ve gerçek bir dille anlatan bir hikaye.
Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok: Savaşta Kazanan Olur Mu?