Babamın Kemanı: Kalabalık Yalnızlıklar
İçerisinde bulunduğumuz 2022 yılı, dijital yayın platformu olan Netflix’in diğer yıllara nazaran daha fazla Türk yapımına yer vereceği bir yıl olacağa benziyor. Bu sayede platformlarda hep aynı oyuncularımızı görmektense çeşitli oyuncuların internet dünyasına giriş yapacağını bilmek herkes için heyecan verici olsa gerek. Yılın ilk filmi olan Babamın Kemanı, uzun zamandır kendisini tarihi karakterlere bürünmüş halde gördüğümüz Engin Altan Düzyatan’ın başrol için bir kemancıya pardon keman virtüözüne dönüşmesi ile farklılık isteyen hayran kitlesinin ilgisini çekmeyi başarmıştır. Yönetmen Andaç Haznedaroğlu’nun geçmiş projelerine bakıldığında senaristlik, oyunculuk ve yapımcılık gibi sorumluluklarda aldığı görülmektedir. En son projesi olan Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü? (2021) filmi ise yine Netflix üzerinden geçtiğimiz yıl yayınlanmıştı. Oyuncu kadrosunda Düzyatan’a ek olarak 2017’de dolu dolu bir sene geçirdikten sonra devam eden yıllarda daha az ekranlarda gördüğümüz Belçim Bilgin, Gülizar Nisa Uray, Selim Erdoğan, Ayfer Dönmez, Erdem Baş gibi isimler yer almaktadır. Distribütörlüğü Netflix tarafından yapılan filmin yapımcısı ise Düğün Dernek, Kral Şakir, Kelebeğin Rüyası, Aykut Enişte, Eyvah Eyvah, Hükümet Kadın, G.O.R.A., Organize İşler gibi projelerden tanıdığımız Necati Akpınar’dır.
Konusuna kısaca değinmek gerekirse, babasını kaybettikten sonra tutkulu bir sanatçı olan amcasının yanında yaşamaya başlayan küçük kızın yepyeni bir baba duygusu ile karşılaşmasını anlatmakta, tabii bu noktada amca rolünde gördüğümüz Düzyatan’ın sorumluluk almak istememesi, çocuğa bağlanmamak için onunla yeterince ilgilenmemesi fragmanda görülmektedir. Belli ki zaman içerisinde ister istemez bağlanacak ve aralarında duygusal bir baba-kız ilişkisi oluşacak. Fragmana bakıldığında filmi sanki bu dakikalara sığdırmışlar ve olacak her şeyin bir geçişini burada vermişler gibi duruyordu. Bana kalırsa fragmanlar filmin reklamıdır ve özeti şeklinde verilmemelidir. Bu, seyirciyi kazanmaktansa kaybetmektir. Umarım filmde fragmanda verilmeyen çarpıcı kırılma noktaları bulunuyordur diye umut ederek yapımı izlemeye başladım.
Filmin açılışı için mükemmel bir şarkı seçilmiş, Altın Gün’ün Goca Dünya versiyonunu çok sevdiğim için böyle hissetmiş olabilirim ama bence çok samimi bir başlangıç olmuş, insanı direk filme çekiyor. Tam harika ilerliyor derken Altın Gün versiyonundan sokak sanatçılarının versiyonuna geçilmiş. Normalde böyle geçişler filme ritim kazandırır, severim ancak geçiş o kadar keskin olmuş ki keşke başta sadece sokak sanatçılarının versiyonu kullanılsaymış. İkisi de aynı şarkı ama Altın Gün’ün bambaşka bir tarzı var kolay kolay başka versiyonlarla hızlı geçiş sağlanamaz. Nitekim zabıta sahnesindeki geçiş gayet yerinde olmuş. Özlem karakterini canlandıran çocuk oyuncu Gülizar Nisa Uray’ın enerjisi çok yüksek. Dans ettiği sahneyi fragmanda da çok beğenmiştim lakin dans ederken bahşişleri toplayıp sonra şapkayı alt üst ederek dans etmesi doğallıktan uzak olmuş, topladığı her bahşiş onun için değerliyken şapkayı o şekilde savuramaz. Zaten içerisindeki para da dökülmüyor, devamlılık sağlanamamış.
Filmin giriş ve gelişme kısımlarında Belçim Bilgin’in oyunculuğu gayet yerindeydi. Engin Altan Düzyatan karakteri gereği biraz daha sonuç kısmında ön plana çıkabilmiş. Suna karakteri ile ilgili gözüme çarpan iki problem vardı öncelikle Suna-Özlem ilişkisi çok ani gelişti. Annelik içgüdüsü ile yakınlığı hızlı sağlamış olabilir ancak seyirciye yansıtılan bir bağlanma yaşanmadı. Aynı şekilde Suna’nın evi terk edişi de çok ani hatta tuhaftı. Geçmişten gelen birikmiş sıkıntıların ortaya çıkışı ile ev terk edilebilir ancak bu sıkıntıların patlama noktasını tam olarak göremedik. Basit bir tartışma için fazla büyük bir hareketti. Film ana karakterlerde kalabilmek için diğer karakterlerin iç dünyasına girmemiş bu durumda o karakterlerin yaptığı hareketlerin altı boş kalıyor. Maalesef son zamanlarda yayınlanan çoğu dijital filmde bu üstün körü karakter hareketlerine denk gelmeye başladık. Filmin anlamsal boyutu ve derinliği hiçe sayılmamalı, gerekli olan her duygu birey üzerinden yansıtılmalı. Çıtır-çerez film ile kaliteli film arasındaki temel ayrım da bu olsa gerek.
İnsanlara bu kadar tepeden bakan, duygusuz bir karakter henüz büyük bir kırılma yaşamamış olmasına rağmen Özlem’in “Hadi ne duruyorsun amca kemanını çalsana” demesi üzerine kısa süreli bir şaşkınlık yaşasa da hemen ayak uydurup sokakta keman çalmaya başlıyor. Normalde egoist bir sanatçı bu kadar hızlı karar verip sokakta keman çalmaz. Çalacaksa da en azından karakterin yakın çekim kararsızlık sahnesini ve kabullenişini görmemiz gerekiyordu. A tamam hadi çalayım, nasıl uyum sağlayacağım ki gibi mütevazi cümleler karakterin duruşuna ters. Özlem ile ilk sarıldıkları sahne ve İtalya bileti gerçeği sonrası bu sahne gelseydi yadırganmazdı çünkü karakter artık gerçek benliğini bastırmak zorunda değil duygularına kademe kademe kavuşuyor.
Biz filmlerde acıma duygusu hissetmeyi seviyoruz. Ancak son bir dram daha katmadan da bu film bitirilebilirdi. Zaten dram üstüne kurulmuş hayatlar yansıtılmış, sorunlu aileler, yalnızlaşan çocuklar, duygularını kapatan birey, mutsuz bir evlilik, ölümcül hastalık, fakirlik, annesizlik üstüne babasızlık hatta bir müddet kimsesizlik. Bunlar varken film yer fıstığı olayını son ana sıkıştırmış. Bu dakikaya kadar veremediğimiz bir dram, etkileyemediğimiz bir izleyici kaldıysa hemen onlar için hızlandırılmış bir dram sahnesi çekelim denilmiş gibiydi. Bu olay sayesinde önemli kırılmalar yaşandı, sahnede Suna’nın tek başına parlayışı, Özlem’in baştan beri istediği sahnede çalabilmesi gibi değerli anlar vardı. Belki bu yer fıstığı olayı daha geniş ele alınabilirdi, çok hızlı gelişti. Seyirci artık mutlu bir sona hazırlanırken hikâye başa sarmış gibiydi. Özellikle Özlem’in gelip sahnenin ortasına yığılması çok çiğ bir sahneydi. Bazen sonuç kısmını tamamen mutlu son yapmak daha keyifli bir tercih oluyor.
Soul of Metal, La la land, Whiplash gibi müzik üzerine kurgulanmış ödüllü filmlerin izinde böyle müzik dolu, sanatı sevdiren yapımlara imza atılıyor olması ülke sinemamız için gayet güzel. Bence müzikale kayan yapımlar da artarak çekilmeli. Bu konuda aklıma takılan tek şey Engin Altan Düzyatan ve Gülizar Nisa Uray keman çalmayı biliyorlar mıydı? Eğer biliyorlarsa üzücü çünkü filmin ses ve görüntü senkronizasyonunda bir sıkıntı oluşmuş demektir. Keman sahneleri, keman çalmayı bilmeyen bir insan için bile gerçek dışı duruyordu. Son olarak fragmanda çok fazla ipucuna yer verilmiş olsa da asıl kırılma noktasını filme sakladıkları için beni memnun etti. Tabii bunu sadece filmi izleyen kişiler bilecek, keşke fragmanda bazı sahneler yarım bırakılsaydı. Hem merak uyandırır hem de eksikler olduğunu hissettirirdi.
Babamın Kemanı: Kalabalık Yalnızlıklar
1 Yorum:
Harika bir film olmuş millet olarak bıktık fitne fesat öğreten yapımlardan