Andrei Rublev: Sanatla Susturulan Vicdan
Andrei Rublev, 1966 yılında Andrei Tarkovski yönetmenliğinde çekilmiş ve Rusya’da yayınlanmış bir filmdir. Ünlü bir ressam olan Andrei Rublev’in hayatından esinlenilen bu filmde, Ortaçağ Rusya’sı da gerçekçi betimlemeler ile seyirciye sunulmaktadır. Orta Çağ Rus toplumu sosyal ve ekonomik olarak filmde görselleştirilmiştir. Sabit ve merkezi bir iktidarın olmaması ve Prens tarafından yönetilen halk, sürekli tekrar eden Tatar istilaları arasında sefalet içinde yaşamlarını sürdürmektedir. Ürettikleri her şeyin karşılığında aldıklarını prense vermekte ve neredeyse aç yaşamaktadırlar.
İyilik doğuştan mı gelir yoksa sonradan mı öğrenilir? Eğer doğuştan geliyor olsaydı bu kadar kötülük nasıl içimizde yer edebilir? İnsanoğlu yüzyıllardır doğasındaki iyilik ve kötülük problemini tartışmakta ve bu konuyla alakalı yüzlerce filozof farklı fikirler ortaya atarak durumu aydınlatmaya çalışmaktadır. Fakat aynı dünya üzerinde farklı din, dil, ırk ve kültürlerde yaşadığımız göz önüne alındığında bu durum biraz daha zorlaşmaktadır. Her dinin veya her kültürün kendine has inançları vardır ve bunu değiştirmek fazlaca uğraş isteyen bir şeydir. Bazı inanç veya hobiler birbirine zıt olabilmektedir. Filmde de bunun en büyük kanıtı olarak sanat ve maneviyat arasındaki ilişkinin zorlu süreci işlenmektedir.
Filmin ilk sahnesinde ölümden uzaklaşmaya çalışırken uçmaya başlayan bir adam görüyoruz. ‘Uçuyorum, uçuyorum beni takip edin’ sözlerinin hemen ardından yere çakılışına şahit oluyoruz. Bu sahneyi filmin tamamının genel bir betimlemesi olarak anlamamız yanlış olmaz. Çünkü insan kibir duygusuyla ne kadar hızlı yükselirse, yere çakılışı da o kadar hızlı gerçekleşecektir. Film, 8 bölümden oluşmaktadır fakat bölümler birbirlerinden bağımsız hikayeler değildir. Bu bölümlerin tümü aslında filmin sonunda ortaya çıkan büyük resmin parçalarıdır.
Andrei Rublev, çok iyi bir sanatçı kimliğine sahip olmasının yanı sıra iyi ve merhametli bir insandır. Adil ve hoşgörülüdür.
Filmde ressam Andrei Rublev ile arkadaşı Kirill, Theophanes’den bir iş teklifi alırlar. Başta bu teklifi ikisi de kabul eder ancak Kirill, Rublev’e duyduğu kıskançlık ve haset duygusunun ağırlığı ile ikisinin de bağlı bulunduğu cemaatten ayrılmıştır. Yani Kirill, Andrei Rublev ile kıyaslandığında kibir duygusunun esir aldığı ve başarıyı adaletten daha çok önemseyen bir insandır. Rublev, bu olaydan sonra işi başka bir ekiple yürütmeye çalışır ancak Rublev ve ekibi bir türlü verimli bir çalışma ortamı içinde bulunamazlar. Çünkü sanatlarını engelleyen birçok etmen karşılarına çıkmakta ve onları sekteye uğratmaktadır. Filmin devamında Andrei Rublev ve beraberindekilerin bulundukları bölgenin Tatarlar tarafından saldırıya uğradığını görüyoruz. Bu saldırı halkın çok büyük bir kısmının ölümüne yol açıyor. Bu saldırı sırasında Rublev de, saldırgan bir Tatar’ın bir kadına tecavüz etmesine müsaade etmemek için bu Tatar’ı öldürdüğünü görüyoruz. Bu sahne filmin dönüm noktalarından biri olarak görülebilir. Çünkü bu olaydan sonra, Rublev’in sessizlik yemini etmesine ve işlediği günahın kefaretini ödemesine şahit olmaktayız. Rublev, bu günahından sonra işlediği suç için kendini cezalandırma ve ilahi bağışlanma arzusu arasında yaşamına devam edecektir.
Film aynı zamanda kilise, halk ve devlet arasındaki ilişkilere de dikkat çekmektedir. Bunlar arasındaki çatışmalar, fikir ayrılıkları ve ikiyüzlülükler filmde başarıyla işlenmiştir. Kölelik ve prensin olduğu bir yerde eksik olmayan bir soytarı da vardır. Soytarı, film içerisinde işlevsel olarak görülmektedir. Soytarının işi taklittir, eğlenir ve çevresindekileri güldürmektedir. İdeal olandan uzak bir karakteri temsil eder. Eğlenerek aslında halkın ses çıkaramadığı rahiplerden bu yolla intikam almaktadır. Zaman geçtikçe Kirill tarafından ihbar edilecek ve ihbarın gerekçesini de şu diyaloğa bağlayacaktır. ‘Tanrı rahipleri, şeytansa soytarıları gönderir.’ Askerlerin soytarıyı almasıyla beraber gerçek hayata geri dönülmektedir ve eğlence bitmektedir.
Din ve inancın olduğu yerde sanat bir karşı çıkma olarak mı görülmektedir? Yoksa sanat, insanoğlunun kendini ifade ediş biçiminin en ilkel ve aynı zamanda en güncel yöntemi midir?
Filmin ilerleyen sahnelerinde prens bir çan yapılmasını istemektedir. Fakat çanın yapımı için gerekli usta öldüğü için bu işi yapmak ustanın oğluna kalacaktır.
Ustanın oğlu Boriska, babasının çan yapımı hakkında ona vermiş olduğu usta sırlar ile çanı yapacağını söylüyor. Fakat çan yapımı bittikten sonra Boriska, babasının ona çan yapımı ile ilgili bir sır vermediğini itiraf ediyor.
Andrei Rublev, Boriska’nın ağlayışlarına şahit olduktan sonra, “İnsanlar için ne mutlu bir gün. Sen onları mutlu ettin ve kendin ağlıyorsun. Gel beraber gidelim sen çan yaparsın ben ikona” diyerek sessizliğini bozmaktadır. Daha sonra Andrei Rublev’in, sanata Boriska ile geri döndüğüne şahit oluyoruz. Birçok acı çektikten sonra azabından kurtulmaya çalışan Rublev, bir nevi aydınlığa kavuşmuştur.
Sanatın mucizevi yönüyle hayata yeniden tutunmuştur. Boriska’nın tutkusu da ortaya mükemmel bir sanat eseri çıkarmasını sağlamıştır. Boriska’nın sanat tutkusunun yanı sıra eserini tamamlamış olmanın verdiği iç huzurdan sonra; Rublev de onda gördüğü huzuru kendi içinde hissetmiştir. Bu nokta, Rublev’in kefaretini ödediğine dair inancının başladığı ve kendini affetmeye başladığı kırılma noktasıdır. Filmin tek renkli kısmı olan son bölümünde ise Andrei Rublev’in sanat eserleri gösterilmektedir. Siyah beyaz süren film, bu resimlerle renklenmiştir.
Filmde bütünüyle görülen iyi ve kötü çatışması vardır. Hayatını iyilik ve adalete adamış kişiler de bazen adaletin gerçekleşmesi için büyük günahlar işleyebilmektelerdir. Peki asıl kötülük nedir? İnsan doğasında tüm duygular vardır fakat zaman ve mekana göre bazıları daha ağır basmaktadır. Asıl kötülük günah işlemek değil, günahı hiçbir anlamı olmaksızın zevkle sürdürmektir. İyilik ise kötülüklere rağmen yaptıklarına pişman olabilmek, gerektiğinde bunun kefaretini ödeyebilmek için kendinden ödün vermektir. Filmde Andrei Rublev’in sessizliğe bürünmesi bunu yansıtan önemli bir kesittir. Tam burada araya vicdan girer. Bazıları vicdanını öylesine hissederek hayatına devam eder ki o rahat olmadıkça her şey anlamsızdır. Bazıları da vicdan denen şeyin varlığından habersizdir, onlar için hayatta kalmak ve güçlü olmak için yapılabilecek her şey mübahtır. İnsanlığın başından beri süregelen bu çatışma, bundan sonrasında da sürmeye devam edecektir. Çünkü şartlar hiçbir zaman herkes için aynı eşitlikte olmayacaktır.
Tüm bunlara rağmen sanat; filmde de anlatıldığı gibi bu yolculukta iyiliğin kazanması için bir aracı olacaktır ve değeri bilindiği sürece aydınlanmak için ışık olacaktır. Kötülük bağırarak kaybederken, iyilik susarak kazanacaktır.
Andrei Rublev: Sanatla Susturulan Vicdan