A Real Pain: Acı, Kayıp ve Anlayış Üzerine Bir Yolculuğa Çıkalım
Geçtiğimiz yıl hemen her festivalde büyük beğeni toplayan, ödül sezonunun başından itibaren adından sıkça söz ettirdiği gibi iki Oscar adaylığını da hanesine yazdırmış olan A Real Pain, ülkemiz izleyicisi ile 28 Şubat’ta buluşuyor. Jesse Eisenberg’ün Kieran Culkin ile başrolü paylaşırken ikinci kez yönetmenlik koltuğuna oturduğu film, yakın zamanda babaanneleri Dory’yi kaybeden iki kuzenin Polonya’daki Yahudi soykırımının kurbanı olan veya kurtulan insanları anma merkezli bir tur rehberliğinde çıktıkları yolculuğu konu ediniyor. Peki bu film gerçekten adından söz ettirdiği kadar olağanüstü bir yapım mı? Her ne kadar keyifli bir seyir olsa da ben hayır demek zorundayım. Gelin sebeplerine birlikte bakalım.
Karakterlerin, anıtlar ve mezarlıklarla birlikte bir de toplama kampı ziyaretinde bulundukları bu yolculuk sırasında iki kuzen David (Eisenberg) ve Benji’nin de (Culkin) iç dünyalarına kısa kısa yolculuklara çıkarıyor film seyirciyi. Ya da çıkarmayı deniyor. Benji’nin, babaannelerinin kaybından daha fazla etkilenen torun olduğu başından itibaren vurgulanıyor. Bu karakterin ne kadar hassas, kırılgan ve ”olağanüstü” bir kişilik olduğuna buradan açılmaya çalışılan kapı film boyu kapanmak bilmese de bu durum biraz havada kalıyor bence çünkü Benji hakkında gerçekten elle tutulur çok az şey öğrenebiliyoruz.
Bir yandan Varşova’nın sessiz sakin, pastel renkli sokaklarında dolaşıp etkileyici anıt heykellerini görürken bir yandan da başta bu iki ana karakter olmak üzere geziye katılan diğer turistlerin hikayelerinden küçük küçük anekdotlar ediniyoruz. Uzak ve yakın geçmişin harmanlandığı bu anlatımla çok katmanlı bir bakış açısı sunabilecekken film, bazı önemli noktalarda yüzeysel kalırken, ironik şekilde bazı kısımlarda ise bağlamdan kopukluk hissettirerek ne yazık ki seyirciye ”Ne alaka??” dedirten zorlama sahnelere ev sahipliği yapıyor.
Culkin’in karakteri Benji’nin filmin zaman çizelgesine göre altı ay öncesinde kendisi ve sevdikleri adına derin izler bırakacak bir olay yaşadığını öğreniyoruz. Sonrasında bu olay, karakterin daha önceki geçmişini ve kişiliğini de şekillendiren şey olabilirmiş gibi bir izlenime zorlanıyor seyirci, ancak karakterin kırılgan ve duygusal oluşunun buna bağlanması girişimi bana çok da ikna edici gelmedi açıkçası.
Öte yandan, Benji’nin ortamdan kısa süreli uzaklaştığı sırada, David’in bu hassas durumu bir anlık dürtüyle diğer gezi arkadaşlarıyla paylaştığı sahneyi oldukça etkileyici ve hikaye anlatımı açısından da çok başarılı bulduğumu da belirtmem gerek.
Bunun gibi sahneler daha fazla olsaydı, filmin anlatması gerekenleri seyirciye daha rahat aktarabileceğini düşünüyorum.
Babaannesi ile daha yakın olan torunun Benji olduğunun defalarca parmakla gösterilmesi bence bu karakterin son zamanlarda daha da hassas bir dönem geçirmesinin sebebi direkt buymuş gibi bir algı oluşturuyor ki karakterin hayatında yanlış giden birkaç şeyin daha göz önüne serilebilmesi çok da zor olmasa gerekti. Sonuçta bu filmin anlatması gereken bir hikaye var ama birçok şey seyirciden esirgenirken trenle yolculuk sahnesindeki aksiyon-komedi türünden bir film izliyormuşuz gibi aralara serpiştirilen gereksiz diyaloglarla geçirilen süre, bu iki karakterin duygusal dünyalarını daha etraflıca keşfetmeye ayrılabilirdi benim düşünceme göre.
Aslında zamanla birbirinden uzaklaşan ikiliyi yeniden bir araya getiren ana unsur ortak bir kaybı paylaşmaları ve yolculuğa çıkmaktaki sebepleri kaybettikleri kişinin anılarını ziyaret edip, onu anlamakken babaanneleri hakkında herhangi bir şey öğrenemiyoruz mesela. İkilinin tur sonunda gruptan ayrılıp, babaanneleri Dory’nin soykırımdan kurtulmadan önce yaşadığı kasabayı ziyaret etme amaçları olduğunu filmin başında seyirciye açıklanırken, en sonunda bu kasabaya ulaştıklarında hikaye resmen boşluğa düşüyor ve birkaç dil kaynaklı mizahla tembelce bir sonuca bağlanıyor.
Daha da önemlisi, yine ironik bir şekilde, Benji’nin daha önce tur rehberlerini eleştirdiği, bir şeyleri açıklayıp geçmektense ”gerçek bir bağlantı kurma” önerisi vurgulanmışken, seyirci ve hikaye arasında böyle bir fırsat yaratmak yerine hikayenin bir ”anti-climax” ile sonlanmasına sebep veriyor ve dolayısıyla bu da seyircide bir hayal kırıklığı yaratıyor.
İkilinin çocukluktan yetişkinliğe birbirlerinden uzaklaşma durumunun üzerinde fazla durulması, bu durumu adeta filmin dramatik merkezi için kayıp, soykırım gibi temalarla yarış haline sokuyor. Bu her ne kadar gerçekçi olsa da seyirciyi ana bağlamdan devamlı koparıyor ve hikayenin gerçeklik boyutuyla çatışarak zorlama ve yer yer sıkıcı bile hissettiriyor bana kalırsa.
Mekan ve müzik kullanımındaki başarı, filmin atmosferini görsel ve işitsel açıdan oldukça zenginleştiriyor; sık sık duyulan melankolik Chopin melodileri hikayenin duygusal tonunu güçlendiriyor.
A Real Pain, kat ettiği fiziksel mesafeler kadar Benji ve David’in iç dünyalarına da yolculuk yapmayı vaat edebilecekken, bu konuda bence birazcık çekingen davranıyor. Karakterlerin duygusal evrimleri ve travmalarına daha fazla boyut kazandırılabilecekken, film bu unsurları açıkta çıkarmak konusunda yüzeysel kalıyor.
Seyircileri ikiye bölen en tartışmalı konuya da değinmek gerekirse, Kieran Culkin’in ”En İyi Yardımcı Oyuncu” kategorisi ile girdiği ödül yarışında neredeyse sezondaki tüm törenlerden ödülün sahibi olarak ayrılması durumu. Başlangıçta da belirttiğim gibi, bence burada iki ana karakter var. Hatta ana veya yardımcı karakter olma kriterinin bilindiği üzere ekran süresi ile belirlendiğini düşününce de ikili arasındaki ekran süresi farkının da yalnızca dört dakika gibi bir süre olduğu (Eisenberg 62 dakika ve Culkin 58 dakika) gözlemleniyor. Bu durum da son yıllarda başka birçok oyuncu ve yapım tarafından da girişilen ”kategori hırsızlığı” terimini akıllara getiriyor. Peki ana veya yardımcı oyuncu olarak gerçekten mükemmel bir oyunculuk muydu Culkin’inki? Bu da seyirciler arasında ikilik yaratan bir tartışma. Kimileri onu bu filmde olağanüstü başarılı ve bu ödüllere layık bulurken, kimi seyirciler de Culkin’in onu tekrara düşüren, hatta kendi kişiliğini canlandırdığı rolleri tercih ettiğini savunuyor. İstatistiksel olarak Oscar ödülünü bile garantilediğini de göz önünde bulundurarak, ben ikinci kısımdaki seyircilerin yanında yer alıyorum ne yazık ki. Çünkü Culkin’i Succession dizisinde de takip eden birçok kişinin bana hak vereceğini düşünerek, bu rolden hemen önceki bu yapımda canlandırdığı Roman Roy karakterine de oldukça paralel bir performans sergilediğini düşünüyorum. Son sözü Akademi söyleyecek tabii.
Sonuç olarak, A Real Pain, görsellik ve genel atmosferi açısından dikkat çekici bir yapım olsa da anlatıyla karakterlerin bağlanma noktasında beklentilerin altında kalıyor. Senaryoyla karakterler arasındaki ilişkinin eksik yönleri, seyirciyle kurulabilecek duygusal bağı zayıflatırken filmin dramatik potansiyelinin bir kısmını kaybettiriyor ve adeta seyirciyi çıkardığı yolculukta yolda bırakılmış gibi hissettiriyor.
A Real Pain: Acı, Kayıp ve Anlayış Üzerine Bir Yolculuğa Çıkalım