Andor: 2. Sezon: İmparatora Karşı Omuz Omuza
Andor, 2022 yılında çıkan ilk sezonuyla eleştirmenlerden yüksek puanlar almış, Star Wars evrenine aşina olmayan izleyiciler için dahi politik anlatısı ve güçlü oyunculuklarıyla iyi bir deneyim sunmuştu. Yeni sezonda da beklentilerin haliyle yüksek olduğu dizi, 12 bölümün ardından ağzımızda güzel bir tat bırakarak veda etti.
Tony Gilroy’un kaleminden çıkan Andor; Diego Luna, Stellan Skarsgård, Genevieve O’Reilly, Adria Arjona, Denise Gough, Kyle Soller ve Forest Whitaker gibi güçlü oyuncularla yoluna devam ederken, eski ve yeni birçok isimle de sürprizler yapıyor. Ayrıca müzikleri de bir kez daha Nicholas Britell tarafından besteleniyor.

Dizi, ilk sezonunda direnişin bebek adımlarını göstermiş; apolitik bir duruşu olan Cassian Andor’un gözünden, İmparatorluk’un doğrudan ya da dolaylı olarak politize ettiği halk kitleleriyle bizi tanıştırmıştı. Sezonun sonunda artık tüm cesaretiyle direnişin saflarında yer alan Andor ile birlikte, yeni sezonda İmparatorluk’un yıkılmasına giden sürecin nedenlerini adım adım takip ediyoruz.
Hikâyemiz, ilk sezonun bıraktığı yerden Rogue One filminin 15 dakika öncesine kadar olan 6 yıllık süreci anlatırken, her üç bölümde bir yıl atlayarak ilerliyor. Her bölüm kendi içinde bir hikâye barındırıyor; üç bölüm bir araya geldiğinde bir film bütünlüğü oluşturuyor ve toplamda tüm sezonun verdiği tamamlanmışlık hissi, Tony Gilroy’un ve yazar ekibinden Dany Gilroy ile Beau Willimon’un anlatı kurmaktaki başarısının bir kanıtı niteliğinde.
İlk üç bölümden kısaca bahsedip, çok fazla spoiler vermeden dizinin genel olarak neleri iyi yaptığını açıklamak istiyorum. İlk üç bölümde; direniş adına gizli bir operasyon sırasında Cassian’ın, İmparatorluk üssünden çaldığı bir TIE Fighter’ı buluşma noktasına götürmeye çalışırken, lidersiz kalan küçük bir direniş grubunun eline düşmesiyle, direnişin dağınık ve eğitimsiz askerlerinin birbirlerine düşmeye ne kadar müsait olduğunu ve yok olmanın eşiğindeki hallerini görüyoruz.

Buna paralel sahnelerde ise İmparatorluk içindeki otokrasiye bağlı olarak yeri geldiğinde korku yerine göre de manipülasyonla işleyen, neredeyse kusursuz bir düzen var. Dizi, bu tarz güçlü paralelliklerle hem güçlü bir kontrast sağlıyor hem de “direnişe katıldık, oldu bitti” anlayışının işlemediğini; organize bir kötülüğe karşı kazanmanın ise zorlu bir yol olduğunu gösteriyor.
Bir diğer paralel ise zenginlik içinde evrendeki olan bitenden habersiz yaşayan burjuvazi ile, bir tarım gezegeninde kaçak hayat süren ve Cassian’ın geri dönmesini bekleyen Bix’in gözünden, İmparatorluk askerlerinin zulmünü izliyoruz. Proletarya ve burjuvazinin keskin bir şekilde ayrıldığı bu kısımlarda, dizinin cesurca gösterdiği sert sahneler anlatının kalitesini gerçekten artırıyor. Karakterlere gerekli motivasyonların tekrar yüklendiği bu bölümlerde, dizinin ilk sezonda kurduğu temeller de destekleniyor.
Her ne kadar hikâyenin nasıl sonuçlandığını az çok bilsek de, o yoldaki taşların nasıl döşendiğini sezon boyunca izliyoruz ki ben bu bölümlü anlatımı çok beğendim. İlk sezonda da başarılı şekilde birden fazla karakterin hikâyesini anlatma işini, bu sezonun geri kalan bölümlerinde de başarıyla sürdürmüşler. Yeni tanıştığımız karakterlere dahi kolaylıkla uyum sağlayabiliyor ve onları rahatlıkla takip edebiliyoruz; bu, gerçekten az dizide karşılaşılan bir başarı.

Yaşanan yerlerin tasarımlarından, kıyafetlere, dillere ve iletişim biçimlerine kadar büyük bir çeşitlilik ve ince işçilik göze çarpıyor. Özellikle Andor ve Luthen gibi iki güçlü karakterin, dizi içerisinde farklı kimliklere rahatlıkla bürünebilen kişiler olarak gösterilmesi, bu tasarım zenginliğini daha da anlamlı kılıyor. Ghorman gezegeninin Avrupai havası, Coruscant’ın kalabalık ve depresif atmosferi bölümlerde dikkat çekici detaylar arasında.
Karakterlere gelecek olursak, tasarımdaki çeşitliliğin buradan başladığı hemen anlaşılıyor. Karakterler çok çeşitli ve renkli; tek bir kalemden çıkmamış, gerçekten yaşayan insanlarmış gibi hissettiriyor. Birbirleriyle temas ettikleri sahnelerde, dizinin akışının doğal biçimde ilerlediğini görebiliyoruz. Karakterler zekice yazılmış; neden-sonuç ilişkileri küçük detaylarda dahi verildiği için inandırıcılıkları oldukça yüksek.

Örneğin Ghorman gezegeninde İmparatorluk maden çalışması yapmak istiyor. Ancak bunu gizlemek adına, önce halkı politik olarak kışkırtmak için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği planlanırken, aynı anda Ghorman’daki direnişin yönü belirlenmeye çalışılıyor. Her iki tarafta da karakterlerin kendi motivasyonlarının net şekilde görünmesi, bu çatışmaları anlamlı kılıyor.
Bu yönüyle dizi, politik gücünü de gösterebiliyor. Duygusal yatırımların yapıldığı ilk bölümlerden, karşılıkların (pay-off) alındığı son bölümlere kadar ayakları yere basan bir iş izliyoruz. Bir karakterin ölmesi mi gerekiyor? Kahramanca bir şey yapsa bile ölüyor. Ağır çekimle süslenmiş veda replikleri yok. Hata mı yapıldı? Geri dönüşü yok. Fantastik bir “güç” (Force) anlatısı mı var? Hayır! Onun yerine psikolojik dönüşümler ve sosyolojik çıkarımlar var.

Dizi karakterlere iyi ya da kötü demiyor; karakterlerin yaptığı eylemler iyi ya da kötü olabilir ama bunları detaylarla neden-sonuç ilişkisi içinde sunduğu için anlamlandırmak mümkün oluyor. Seyircisini aptal yerine koymuyor. Özellikle son dönemde, başta Star Wars ve Disney yapımları olmak üzere piyasadaki pek çok işin yaptığı hatanın tam tersini yapması, dizi adına olumlu bir özellik.
İkonik sahneler yaratmak için sağa sola ışın kılıcı sallamaya, ölü karakterleri tekrar tekrar diriltmeye gerek olmadığını gösteriyor. Yer altı kaynakları için talan edilmek istenen bir gezegende çalışan bir otel görevlisinin söylediği “İsyanlar umut üzerine kuruludur.” cümlesinin kelebek etkisiyle hiç göremeyecekleri bir güneşin huzuruna verilen canlara anlam kazandırması da, iyi anlatıldığında yeterince ikoniktir zaten.
Son olarak, Nicholas Britell ilk sezonda olduğu gibi bu sezonda da müziklerle damgasını vurmuş. Özellikle müziklerin her bölümde farklı detaylarla yeniden şekillenmesi, bu sezonda da devam ediyor ve artık bu durum Britell’in imzası hâline gelmiş. Succession dizisinde de benzer bir müzik tasarımı kullanıyordu.

Toparlayalım: Andor, iki sezonuyla da keyifle izlenebilecek bir proje olarak Star Wars külliyatına damgasını vurdu. Bir kez daha söylemek gerekirse, bu tarz bir politik dramayı Star Wars gibi tüketilmiş bir marka altında sunmasaydı, muhtemelen Emmy ödüllerinde büyük bir başarı yakalayabilirdi. Umarız bu vizyon, ileride gelecek projeleri de etkiler de biz de sevdiğimiz evrenlerde kaliteli yapımlar izlemeye devam ederiz.