2. KORK Uluslararası Korku Filmi Festivali Röportajı: Onur Doğan
Türkiye’de bağımsız korku sinemasının gelişimi çoğu zaman sessiz sedasız, perdelerin arkasında ilerliyor. Yaratıcıları sansürle, finansal zorluklarla ve seyirciye ulaşma engelleriyle boğuşurken, türün hak ettiği sahneyi bulduğu nadir alanlardan biri KORK International Horror Film Festival. İkinci yılında da karanlığın kalbine cesurca inen bu festival, yalnızca filmleri değil, bu filmleri var eden tutkuyu da kutluyor.
KORK’un arkasındaki isim, yönetmen ve festival direktörü Onur Doğan, hem kendi deneyimlerinden hem de Türkiye’deki korku sinemasının geleceğine dair net bir vizyondan yola çıkarak bu festivali hayata geçirmiş. Biz de kendisiyle korkunun Türkiye’deki serüvenini, bağımsız sinemacıların karşılaştığı zorlukları ve 25-26 Ekim’de ikincisi gerçekleştirilecek olan festivalin perde arkasını konuştuk.
T.U.: Önce en baştan başlayalım. Bu festivali yapma fikri nasıl doğdu? Korku türünü merkezine alan bir festival kurma motivasyonunuz neydi?
O.D.: Türkiye’de uluslararası bir korku filmi festivali yapma fikri 2023’ün ortalarında doğdu. O dönemde üçüncü kısa filmimin (Bomba) çekimlerine hazırlanıyordum ve korku türündeydi. Ekiple film tamamlanınca gösterilmesi muhtemel festivaller hakkında konuşuyorduk ve neredeyse hepsi yurt dışındaki festivallerdi. Önceki kısa filmim de bir korku filmi olduğundan ve yurt dışında birçok festivale seçilip ülkemizde perde bulamadığından dolayı bu durumu normalleştirmiştim. Ülkemizde filmi nasıl seyirciyle buluşturabiliriz diye düşündükçe birkaç festival dışında hiçbir yerde gösterim alamayacağımızı zaten biliyorduk. Bu yaşadıklarımızı başka sinemacılar yaşamaya devam etmesin, uluslararası kalitedeki filmler ülkemizde de perde bulabilsin, seyirci ile buluşabilsin, hak ettiği değeri görebilsin diyerek iki yıldır elimizi taşın altına koyuyoruz. Amacımız sansür, görmezden gelme ve engellerden dolayı hiç yapılmıyor zannedilen ancak aslında özellikle son 10 yıldır Avrupa ve Amerika’da seyirci ile buluşan kaliteli uzun ve kısa metraj korku filmlerimizi ülkemizde de seyirci ile buluşturabilmek, bunu yaparken dünyadaki önemli festivallerde dolaşımda olan bağımsız iyi korku filmlerini de aynı perdede kendi filmlerimizle birlikte hem ülkemizdeki hem de yurt dışındaki seyirciye sunmak, korku sinemamızın gelişimine katkı sağlamak ve gelecekte İstanbul’u uluslararası anlamda bağımsız korku sinemasının önemli merkezlerinden biri haline getirebilmek.
Festivalin bu yılki ruhunu nasıl tanımlarsınız? Seçkide hangi temalar ya da yaklaşımlar öne çıkıyor?
Bu yıl, geçen yıldan farklı olarak politik korku filmleri ve savaş konulu filmler ön planda. Bu durumu fark eden jüri üyemiz Shaurya Thapa da YouTube’daki podcast programımızda buna bir parantez açıyor. Bunun dışında seçkiye giren filmler arasında folk horror’lar, korku komediler ve soft horror olarak tabir edilebilecek filmler ağırlıkta. Ancak bunun yanında sayıları daha az olsa bile ‘ne izledim ben’ dedirtecek ve KORK dışında başka hiçbir yerde izleyemeyeceğiniz hardcore filmlerimiz de var. Hem genel hem veteran korku seyircisine hitap eden bir seçkiye sahibiz.
Filmleri seçerken nelere dikkat ediyorsunuz? Size “bu film kesin seçkide olmalı” dedirten şey nedir?
Bize bunu dedirten şey ‘seyirci bu filmi sevecek mi, bu filmi izlerken eğlenecek mi?’ sorusuna filmin verdiği cevap. Biz seyirci dostu bir festivaliz. Seyirciye iyi korku filmi sunmak dışında bir derdimiz yok. Seçkiye arkasında durabileceğimiz, seyirci ile buluşturmaktan gurur duyacağımız filmleri alıyoruz.
Korku sineması dünyada çok güçlü bir yükselişte. Sizce bu türün dünyada yeniden yükselişinin nedeni ne? Sizce korku sineması bir “kaçış” mı yoksa tam tersine, toplumun bastırdığı şeylerle yüzleşme biçimi mi?
Korku sinemasının sinema tarihinden beri dalgalı bir çizgide ilerlediğini düşünüyorum. 20’li yıllarda türün temeli atıldıktan sonra özellikle 60’larda, 80’lerde, 2000’lerde ve şimdi de 2020’lerde yeniden yükselişte ve popüler. Bunun hem toplumsal nedenleri var tabii ki hem de bazı filmler, bazı stüdyolar ve yönetmenler türün yeniden öne çıkmasında öncü bir rol üstleniyorlar, ardından gelen benzer filmler de türü yeniden canlandırıyor. Şu anda da bu konuda şanslı bir dönemden geçiyoruz. Özellikle 2025 tam bir korku sineması yılı oldu. Art arda tüm dünyada iyi gişe yapan birbirinden bağımsız çok iyi stüdyo filmleri benzer takvimlerde buluştu ve genel izleyicinin de korkuya yönelebildiği tekrar görüldü. Umarım devamı gelir ve Weapons, Sinners, Bring Her Back, Together gibi filmlerle gelen bu yeni dalga uzun sürer. Ben korku sinemasının günlük hayattaki sıradan dertlerimizi bir an için unutmak, onlardan sıyrılıp yeni bir derde ortak olmak için bir kaçış ve aynı zamanda da bilinçaltımızda var olan kolektif ya da bireysel sorunlarımızla yüzleştiğimiz bir alan olduğunu düşünüyorum. Bu durumda hem kaçış hem de yüzleşme diyebiliriz.
Dünyada A24 gibi şirketler sayesinde korku sineması yeniden prestij kazandı. Sizce Türkiye’de yapımcı, yönetmen, seyirci üçgeni açısından böyle bir ekosistem kurulabilir mi?
Şu anda kurulamaz. A24 her türden anlatının özgürce uygulanabildiği, fikirlerin kısıtlanmadığı ve sansürlenmediği bir ortamda, tüm dünyaya ufuk açıcı bağımsız filmler üreten bir şirket. Dünyada A24 gibi şirketlerin varlığı aynı dönemde bizde de var olabileceği anlamına gelmiyor maalesef. Bunun için şu an uygun bir dönemde değiliz. Ancak elbet bizde de bunun zamanının geleceğini düşünüyorum. Çünkü buna uygun bir altyapımız, hikayelerimiz, kültürümüz var ayrıca korku sinemasını çok seven geniş bir seyirci kitlemiz de var. Sadece biraz daha zamana ihtiyacımız var.
Korkunun pek çok alt türü var: psikolojik, body horror, korku-komedi, ekolojik korku… Siz programı hazırlarken bu çeşitlilik arasında nasıl bir denge kurmak istediniz?
Uluslararası bir festival olduğumuz için gelen başvurular arasında korkunun hemen her alt türünden filmle karşılaşıyoruz. Özellikle İspanya ve Fransa’nın seçkiye girebilen filmler konusunda ezici bir ağırlıkları var. Çünkü bu ülkelerde bağımsız korku sinemasına teşvik ve üretim daha fazla. Haliyle aralarından daha fazla sayıda iyi film çıkıyor. Geçtiğimiz ay Morbido Fest programcılarıyla bunun o ülkelerde devlet politikası haline geldiğini konuştuk. Bu kadar iyi örneğin arasından seçkiye filmleri seçerken, özellikle yeni bakış açıları, özgün bir anlatım tarzı, iyi uygulanmış fikirler bizim için tercih sebebi. Özellikle korku gibi görsel ve işitsel olarak da seyirciye vaadi olan bir sinema türünde, ne anlatıldığı kadar nasıl anlatıldığı da bizim için çok önemli.
Başvurularımızın çeşitliliğinden dolayı alt türler arasında özel bir tercih yapmamıza gerek kalmıyor. Birbirine çok benzer iki film varsa aralarından birini tercih etmek gerekebiliyor ama bu nadir bir durum.

2. KORK Uluslararası Korku Filmi Festivali Röportajı: Onur Doğan
Kadın yönetmenlerin ve queer sinemacıların korku türündeki varlığı dünya çapında artıyor. Siz bu çeşitliliği festivalin programında nasıl yansıtıyorsunuz?
Kadın yönetmenlerin ve queer sinemacıların kendini korku sinemasında daha fazla ifade edebilmesinden ve varlığının artmasından dolayı mutluyuz fakat festivalimizde bunu sağlamak için özel bir çalışmamız bulunmuyor. Bu katılım bizde, bir pozitif ayrımcılık gözetmeden, kendiliğinden ve doğal olarak var oluyor. Çünkü biz cinsiyet ya da kimlik değil, film seçiyoruz. Eğer film iyiyse zaten seçkide oluyor. Ama önceki soruda da dediğim gibi karşımızdaki film seyirci ile buluşturmak için gurur duyabileceğimiz bir film değilse onu herhangi bir sebeple seçkiye dahil etmek gibi bir politikamız yok. Başka kültür sanat oluşumlarının, festivallerin, küratörlerin farklı düşünceleri olabilir ama böylesi bana hem kadın ve queer yönetmenler için, hem festival için hem de seyirci için daha anlamlı ve daha değerli geliyor. Bu konuda özel bir çalışmamız olmamasının yanında her iki yılda da seçkimizde kadın ve queer yönetmenlerin filmleri olduğunu görebilirsiniz. Ancak bizdeki büyük ve önemli fark şurada, bu filmler yaratıcılarının kimlikleri sebebiyle, onlara açılan bir kontenjan dolayısıyla değil, çok iyi filmler oldukları için oradalar ve iyi filmler gelmeye devam ettiği sürece seçkimizde var olmaya devam edecekler.
Festival izleyicisiyle etkileşim sizin için ne kadar önemli? Soru-cevaplar, atölyeler, özel gösterimler gibi etkinliklerde neyi hedefliyorsunuz?
KORK, seçki anlamında olduğu kadar festival alanındaki deneyimi ile de seyirci dostu bir festival. Festivalde bu yıl katılımcılarla, geçen yıl hiç olmadığı kadar fazla etkileşimimiz olacak. Korku sinefillerini evinde hissettirecek, kendisiyle aynı ilgi alanlarına, aynı film kültürüne ve zevklere sahip insanlarla bir arada olduğunu hissettirecek etkinlikler ve sürprizler planlıyoruz. Geçen yıl olduğu gibi KORK stickerlarımız ve katılımcılara küçük sürprizlerimiz olacak. Fuaye alanında farklı sponsorların etkinlik alanları olacak. Bunun dışında etkileşimli yarışmalar ve röportajlar da planlıyoruz. Sürpriz olarak hazırladığımız birkaç yenilik daha var. Q&A oturumlarıyla izleyici yönetmenlere doğrudan soru yöneltebilecek. Hatta bu yıl izleyicilerin festivalin bir bölümüne doğrudan etkisi olacak, bu gelişmeyi ilerleyen günlerde duyuracağız.
Bağımsız korku sineması genelde sınırlı bütçelerle üretiliyor. Festival bu yönetmenlere nasıl bir alan ya da destek sunuyor?
Evet ben de bağımsız korku kısa filmleri olan biri olarak filmlerin desteksiz, çoğunlukla öz kaynaklarla çekildiğini ve ne gibi zorluklar yaşandığını çok iyi biliyorum. Jüri olarak hem geçtiğimiz yıl hem de bu yıl seçkiye dahil ettiğimiz birçok düşük bütçeli film var. Geçen yıl bizden ödül de alan Amy&I buna çok güzel bir örnek. İnternetten şu an izlenebilir. Bizim dikkat ettiğimiz nokta bütçe düşük olsa da belli filmmaking skilleri içinde barındıran filmleri arıyoruz ve seçiyoruz. Düşük bütçe kimi zaman sebep gösterilip, yetersiz hikaye anlatımı, kötü sinematografi, kötü oyunculuk ve kurgu gibi kavramlarla karıştırılabiliyor. Bu nedenle Amy & I’ı örnek verdim. Bir masa etrafında iki oyuncu ile çekilen bir film geçen yıl tüm dünyayı etkiledi ve festivallerin altını üstüne getirdi. Yönetmeni ve oyuncusunu YouTube podcast programımız olan ‘KORK Horror Talks’a davet ettik ve ne zorluklarla ne kadar düşük bütçeli çektiklerini anlattılar. Bu tür sınırlı bütçeli ama iyi filmlere her zaman yerimiz var. Bunun dışında Türkiye’de film yapmanın maddi anlamda ekstra zor olduğunun farkındayız ve bu nedenle Türk Korku Filmleri kategorimize başvuran sinemacılarımız ücretsiz şekilde festivale başvuru yapabiliyor.
Dünyada Sitges, Fantasia ya da FrightFest gibi köklü festivaller var. Onlarla kıyasladığınızda bu festivalin farkı ya da kendine özgü yanı ne sizce?
Seçki bakımından bir fark görmüyorum açıkçası. Çünkü saydığınız festivallerde hangi filmler gösteriliyorsa KORK’ta da bu filmler var. Bu yılki seçkimizde bulunan çoğu film Sitges, Fantasia, FilmQuest, Grimmfest gibi festivallerde gösterilmiş, ödül almış filmler. Bizim seçkimizde yer alan özellikle kısa filmlere birçok Avrupa ya da ABD’de bulunan genre festivalinin seçkisinde rastlayabilirsiniz.
Organizasyon bakımından tabii ki bizden çok daha köklü, birbirinden farklı dernek, vakıf ve özel sponsorların maddi destekte bulunduğu büyük festivaller. Katılımcı sayısı ve etkinlik gücü çok daha yüksek. Bizim de hedefimiz bu anlamda Türkiye’nin en büyük genre festivali olmak. Bu tabii ki uzun bir yolculuk. Bu sene 2. yılımız ve yapabileceğimiz etkinliklerle yola devam ediyoruz. Festival hiçbir şirket, kurum ya da devlet desteği almadığı için bütçemiz oldukça sınırlı. Soru-cevap ve after party etkinliklerini ilk kez bu yıl ekleyebildik. Seyircilerimizin ilgisi ve katılımı ile yıllar geçtikçe çok daha fazlasını sunmayı hedefliyoruz.
Bununla birlikte bu festivalin dünyadaki diğer büyük genre festivallerinden en büyük farkı Türk korku sinemasına ayrı bir kategori açmış olması ve bu filmleri festival sırasında ve sonrasında da tanıtmaya devam etmesi. Bizdeki festivallerle karşılaştırırsak, finalistlerimizi tanıtmak ve bağımsız, sansürsüz bir seçki yapmak en büyük önceliklerimiz.
Türkiye’de korku sineması çoğu zaman popüler ama eleştirel anlamda küçümseniyor. Sizce bu önyargıyı kırmanın yolu ne?
Bu ön yargıyı kırmak için çok fazla fedakarlık gerekiyor, neyse ki bu konuda elini taşın altına koyan sinemacılarımız az da olsa var. Yurt dışındaki festivallerde kendine yer bulan harika korku filmlerimiz var hem uzun hem kısa metrajda. Ancak buradaki sansür, engelleme, görmezden gelmelerle birlikte aslında Türkiye’de de kaliteli korku filmlerini seven, takip eden seyircilerin karşısına bir türlü çıkamıyor bu filmler. Filmci ile seyircinin doğru şekilde buluşamadığını düşünüyorum. Genel ve büyük festivallerimizde korku sinemasına yer verilmediği ortada. Gişede de bağımsız filmler yeterince reklam yapamadığından tanıtılmıyor. Böylece meydan çok ucuza üretilen ve tek hedefi gişede kar etmek olan özensiz, kalitesiz cin filmlerine kalıyor. Gözle görünen de onlar oluyor. Hem gişede hem yerli festivallerde yer bulamayan ancak onca emekle korku filmi üreten sinemacılar da küsüyor ya da genre’ı terk ediyor. Düşünsenize gişedeki cin filmleri gibi filmleri dışarıda tutarak söylüyorum, dünya festivallerinde kabul gören filmlerimiz gibi bir korku filmi yapmak çoğu zaman ucuz bir festival formülü olan ve artık herkesin ezberlediği samimiyetsiz bir taşra draması yapmaya göre çok daha titiz ve emek isteyen şekilde, sinematografi, kurgu, ses tasarımı, plastik makyaj vb. gerektiriyor. Ülkemizde karşılık bulmayacağını bile bile bu tür bir sinemaya emek vermek platonik aşktan farksız oluyor sinemacı için. KORK’u başlatma amaçlarımızdan biri de bunu kırmak. Kaliteli film yapan korku sinemacıları sadece yurt dışında değil, artık ülkemizde de bir sahneleri olduğunu, doğru seyirci ile buluşabileceğini biliyor. Bu filmlerin bilinirliği arttıkça, konuşuldukça bu ön yargının da kırılacağını düşünüyorum. Ülkemizde korku filmi yaparak aşamadığımız bazı engelleri, korku filmi festivali yaparak aşmaya çalışıyoruz bir anlamda.
Uluslararası seçkide yer alan filmlerden bazıları bedensel korku (body horror), psikolojik gerilim ve toplumsal alegori arasında dolaşıyor. Sizce Türkiye’de bu tür anlatılara neden daha az cesaret ediliyor?
Body horror konulu filmlerin yapılamamasını ayrı tutuyorum orada hem bütçe sıkıntılarımız var hem de bu alanda gelişmiş bir alt sektörümüz yok ve sanatçılarımızın deneyimi, bilgisi çoğu zaman yeterli değil. Çünkü bu tür filmler, bu tür siparişler çok az istendiğinde onlara da deneme yanılma alanı olmuyor ve plastik makyaj tarafımızı geliştiremiyoruz. Bununla birlikte bu alanda kullanılan çoğu malzeme, büyüğünden küçüğüne ithal ve getirilmesi uzun sürüyor, maliyetli. Bu tür büyük engeller varken hazırlığı aylarca sürecek bir filme girme cesareti zor ve bu alanda deneyimini çok iyi tamamlamış bir ekip bulmak da zor. Burada hala yolumuz var. Birkaç ülke dışında body-horror filmleri hakkıyla yapan sinema yok denecek kadar az.
Psikolojik gerilimde çoğu zaman iyi oyunculuk gerekiyor. Bizde çok iyi oyuncular var ama iş korku sinemasına gelince çoğu oyuncu ve menajeri korku sinemasıyla arasına mesafe koyuyor. Toplumsal konularda film çekilebilmesi için eleştiri kültürünün oturmuş olması gerekir öncelikle. Korku protest bir alan olduğu için herkesin hoşuna gitmeyecek konulara değinmesi gerekebilir senaryo itibarıyla. Bu alanda da önümüzdeki 5-10 yıl içinde gelişme göstereceğimizi umuyorum.
Son olarak, bir korku filmi festival direktörü olarak, sizi en çok ne korkutur?
Ne güzel bir soru! Buna çok gerçek ve basit cevaplarım var: yükseklik, iğne olmak ve böcekler.
6 yaşındayken de Chucky.