Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri 13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali İzlenimleri: Terrestrial Verses – Green Border

13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali İzlenimleri: Terrestrial Verses – Green Border

Yazar: Tunahan İbiş

13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali İzlenimleri: Terrestrial Verses – Green Border

Herkese merhaba! 17-23 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek 13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali programından iki film ile karşınızdayım: Cannes’da Belirli Bir Bakış seçkisi altında gösterilen Terrestrial Verses (Fani Dizeler) ve Venedik’te yarışıp Jüri Özel Ödülü’nü kazanan Green Border (Yeşil Hudut). İyi okumalar dilerim.

Terrestrial Verses (Fani Dizeler)

Ali Asgari ve Alireza Khatami’nin Until Tomorrow’dan (2022) sonraki yeni iş birlikleri Terrestrial Verses, İran’ın çarpık bürokrasisinin altını dokuz farklı hikâye ile oyuyor. Hepsi sabit birer kamera açısı ile çekilmiş bu kısa öykülerin her birinde bir otorite temsilcisi ile muhatap olmak zorunda bırakılan insanları seyrediyoruz. Çocuğuna batı kökenli bir isim koyması engellenen bir adam, vücudunda dövme olduğu için ehliyet alamayacağı söylenen bir genç, şahsi aracında başörtüsünü açtığından dolayı arabasına el konulan bir kadın, inşaatta çalışmaya başlayabilmesi için abdest almayı bilmesi zorunlu kılınan bir işçi… Yazılı olmayan kurallar ve hükümet ile aralarındaki mesafeyi aşmaya çalışan bu vatandaşları seyrederken ister istemez pasif öfkelerine ortak oluyor, yüzlerini hiç görmediğimiz muhatapları karşısında sabrımızı korumakta zorlanıyoruz.

Asgari ve Khatami ikilisi, düştükleri absürt durumlar içinde şekilden şekle giren karakterler üzerinden baskıcı rejime ve temelsiz uygulamalarına dair bir taşlama ortaya çıkarıyor. Filmin kısacık süresine rağmen bizi boğucu atmosferlerine hapseden bu hikâyelerin ardında sahiden de büyük bir mesele var. Ancak yönetmenlerin -özellikle jenerik başladığı an kulakları sağır eden metal müzik ile arşa çıkardıkları- direnişleri, benzer çıkmazları farklı koşullar içinde türeten ve öykülere yeni alanlar açmayan senaryo sebebiyle sekteye uğruyor. Genel yapıya yeterince aşina olduktan sonra filmin içindeki neredeyse hiçbir detay şaşırtıcılığını koruyamıyor ve amaçlanan sinir bozuculuk etkisini yitiriyor. Aslında kümülatif bir işleyişe sahip ve seyirciyi hissizleştiren senaryonun yarattığı izleme deneyimi, o koltuklarda süren hak mücadelelerinin bitimsizliğine dikkat çekilen final sahnesi ile oldukça bağdaşıyor. Ancak karakterler ile aramızda bir özdeşleşmeyi amaçlayan bu sahne; etkileyici olmak bir yana filme hayat katan tek yönü, yani o eşsiz satiri de bir köşeye atmış ve kendini salt bir tecrübeye indirgemiş oluyor sanki. Veya Terrestrial Verses’tan yeterince etkilenemiyor oluşumun tek sebebi; filmin batıya bir mizah duygusu ile sunduğu gerçekleri bir Orta Doğu vatandaşı olarak zaten gündelik hayatımda deneyimliyor olmamdır, bilemiyorum.

Green Border (Yeşil Hudut)

Agnieszka Holland’ın Green Border’ı, bu sene yabancı film festivallerinde seyirciyi göz yaşları içinde bırakan ancak ödüller dağıtıldıktan sonra çabucak gündemden silinen bir yapım oldu. Film, 2021’de Belarus-Polonya sınırına akın eden göçmenlerin yaşadıklarını İsveç’e gitmeye çalışan bir aile üzerinden takip ediyor. Yaklaşık otuz bin insanın ormanda, denizde ve sınırda hayatını yitirdiği bu krize son derece mesafesiz bir yerden yaklaşıyor Holland. Yönetmen, sınır polislerinin uyguladığı şiddeti tüm gerçekliği ile kamerasına alıyor ve zorlu yaşam koşullarını dramatik çatı altında es geçmeden detaylıca inceliyor. Filmin ilk yarım saatindeki güçlü, saf ve dolaysız sinemayı, üretim amacındaki batıya yönelik ve ABD’nin adını bir kez bile geçirmeyen manipülatif tutumuna karşın, bir şekilde takdir ettim. Ancak Green Border’ın asıl zaafları, bu insanlık suçunu daha geniş bir perspektiften görmeye çalıştığı geri kalan kısmında ortaya çıktı ve bir daha da kaybolmak bilmedi.

Aslında Holland’ın yöneldiği epizodik senaryo tasarımının vadettikleri, ilk bakışta bir hayli ilgi çekici. Anlık bir odak değişimi ile bir sınır polisinin ev hayatına bakmaya başlıyor, içinde büyüyen suçluluğun kırıntılarını topluyoruz. Fakat yönetmen, bu bölümü yalnızca 20-25 dakika civarında tutup aktivistlere katılmaya karar veren bir yerlinin anlatıldığı bir başka kısma geçiyor. Her şeyden önce Holland’ın burada amaçladığı, Come and See (1985) ya da yakın tarihli The Painted Bird (2019) benzeri kökenini anlamsızlıktan alan katastrofik bir savaş anlatısı kurmak değil. Bu yüzden tercih edilen atlamalı hikâye örgüsü, filmin umudu gitgide daha çok sahiplendiği final bölümlerinde kendi aleyhine çalışmaya başlıyor. Aralarında geçiş yaptığımız stereotipik karakterler, anlatı içinde dengeleri kesinlikle sağlanamamış olmasına rağmen aynı düzeyde dönüşümler yaşamaya zorlanıyor. Bana kalırsa senaryo matematiği oldukça sorunlu olan bu filmin katarsis ısrarı en çok meselesinin algılanma biçimine zarar veriyor. Filme inanmakta güçlük çektiğimiz ve senaryonun duygu dalgalanmalarına ayak uyduramadığımız her an, Holland’ın bastırdığı o didaktik ve oryantalist yaklaşım da bir o kadar yüzeye çıkıyor. Bu sebeple Green Border’ın politik konumu açısından belki selefi sayılabilecek Capernaum (2018) gibi işlerin aksine bir ideolojinin kurbanı olduğunu söyleyemiyorum. Çünkü tüm o vaatlerine rağmen bırakın bir başkasınınkileri, kendi kararlarını bile layıkıyla gerçekleştirebilen bir film yok ortada.

13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali İzlenimleri: Terrestrial Verses – Green Border

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...