Three Kilometers To The End Of The World: Yine Taşra, Yine Öteki Ama Romanya
2024 yılında hayatımıza çokça film girdi. Bu bir çok filmin arasında diğer senelerde olduğu gibi iyiyi ve güzeli arayan biz sinemaseverler için festivaller biraz da turnusol görevi görüyorlar. İşte bu film de Romanya sinemasının bağrından koparak festivaller sayesinde görünürlük kazanmış bir film. Merkezine aldığı görünür olma hikayesiyle beraber.
“Dünyanın Sonuna Üç Kilometre” adıyla ülkemizde de Filmekimi’nde gösterilen Emanuel Pârvu’nun yönetmenliğini yaptığı film, Cannes festivalinde bir çok dalda aday gösterildi ve “Kuir” seçkisinden bir ödül alarak evine döndü. Oscar ödüllerinde de “Yabancı Dalda En İyi Film” kategorisinde yarışacak olan film bu vesileyle Şubat ayı içerisinde tekrar vizyona girdi. Filmi Şubat sonuna kadar muhtelif salonlardan izlemek mümkün. Dijitale ise muhtemelen Oscar ardından çıkacaktır.
Tuna nehri kıyısında bulunan ufak bir kasabada, ailesiyle birlikte yaşayan Adi isimli bir gencin; bir gece eve dayak yiyerek dönmesinin ardından şimdiye kadar sakladığı asıl kimliğinin “ifşa” olması ile başlıyor film. Aile içinde de “hayal kırıklığı” yaratan bu olay sonrası Adi hiç istemediği yüzleşmelerle karşı karşıya geliyor. Yönetmen böylece; aile, toplum, erk ,taşra, din, devlet gibi kavramlara kamerasını çevirerek çatısını bu çatışmaların ortasına taşıyor.
Bu yönüyle taşrada geçen çoğu filmden özel bir farkı olmamasıyla birlikte içerisindeki “Queer” hikayeyi “X” bir başka ötekiye dönüştürdüğümüzde de anlatısından bir şey kaybetmediğini düşünüyorum. Adi bir “gay” olmasa da ailesinde benzer kırılmalarla tanışabilir, polis yine sermaye sahiplerinin tarafına geçebilir, din adamı tahakkümlerini arttırma niyetiyle kendisinin de inanmadığı ritüelleri tekrar uygulayabilirdi. Film bu açıdan özel yeni bir şey kesinlikle vadetmiyor ve hatta öncülü olan filmlerden de esintiler içeriyor.
Ülkemizde de festival filmlerinin ayrılmaz bir parçası olan taşra anlatısında gördüğümüz minimal tercihler, sabit kameralar, iç bulantıları, sıkışmışlık hissi bu filmde de bol bol var. Tuna kıyılarının güzel manzaralarını ve bir balıkçı kasabasının sade estetiğini kenara bırakırsak “Kurak Günler” kesinlikle bu filmden daha çok şey vadedip, daha cesur hamlelerde bulunuyor. Bu açıdan bakarak bu filmde ödüle adaylığına layık görüp “Kurak Günler” filminde göremediğiniz neydi ey Oscar komitesi diyerek sanki bu işler para karşılığı ve politik olayların etkisinde ilerlemiyormuşçasına sitemlerimi dile getiriyorum.
Oyunculuklara gelecek olursak Adi karakterine hayat veren Ciprian Chiujdea, babası rolünde Richard Bovnoczki ve anne rolünde Laura Vasiliue sade fakat etkili oyunculuklar çıkarmışlar. Özellikle stres anlarında ortaya çıkan yüksek duyguları da minimal bir şekilde seyirciye aktarmalarını başarılı buldum. Siyasi yozlaşmaları ve sosyal bozulmaları anlatmasının yanında özellikle demin bahsettiğim oyuncuların etkisiyle aslında bir “aile kırılımı” anlatması belki de bu filmin en güzel yaptığı iş. Sıcak bir aile hissini de yavaş yavaş baskının artmasıyla oluşan bağnaz aile profilini de iyi yansıtmayı başarmışlar. Sağlıklı kurulamayan iletişim bağlarının yaratacağı yıkımları görebiliyor, bir veda anında belki de son kez olacak sarılmayı bile zorlaştıran huzursuzluğu her bir jestlerinde hissedebiliyoruz.
Three Kilometers to the End of the World, görünürlük ve farkındalık yaratma çabasıyla yola çıkmış derdini kolayca anlatıp çıkabilen bir film. Romanya sinemasına giriş yapmak ve ülkemiz kültürüne benzeyen taraflarıyla tanımak isteyenler için iyi bir başlangıç olabilir. Ancak ben iyi bir film izlemek istiyorum ya da film dünyasına yeni bir soluk getiren bir iş görmek istiyorum diyen birine önereceğim bir film değil.
Three Kilometers To The End Of The World: Yine Taşra, Yine Öteki Ama Romanya