The Zone of Interest: Nazi Almanya’sının Korkunç Sessizliği
Jonathan Glazer’ın yönettiği The Zone of Interest (2024), izleyiciyi Holokost’un merkezine götürmeden, onun en büyük trajedilerinden birini hissettirmeyi başarıyor. Film, Auschwitz toplama kampının komutanı Rudolf Höss ve ailesinin kamp duvarlarının hemen yanında sürdürdüğü rahatsız edici derecede sıradan bir yaşamı ele alıyor. Film, savaşın dehşetini ve insan doğasının karanlık tarafını gözler önüne sererken, bu korkunç ortamın ortasında geçen bir aile dramını merkeze alıyor.
Glazer, izleyiciyi alışılagelmiş Holokost filmlerinde olduğu gibi açıkça grafik bir şiddetle değil, sessiz bir kayıtsızlıkla sarsıyor. The Zone of Interest boyunca kampın içindeki vahşet asla doğrudan gösterilmiyor, ancak her an hissediliyor. Glazer, film boyunca karakterlerin bu korkunç gerçeklikle nasıl başa çıktığını, daha doğrusu kayıtsız kaldıklarını ustalıkla işliyor. İzleyici, hem ailenin günlük rutinine tanık olurken hem de Auschwitz’deki dehşetin seslerini duyarken, sessiz bir gerilime kapılıyor.
Rudolf Höss karakteri, kampta soykırımın devam etmesini sağlayan bir Nazi komutanı olarak görev yaparken, aynı zamanda ailesine bağlı bir baba olarak karşımıza çıkıyor. Günlük işlerini, tıpkı bir fabrika yöneticisi gibi sıradan bir şekilde yerine getiriyor, ama işten eve döndüğünde ailesiyle vakit geçiriyor ve çocuklarına masallar okuyor. Bu zıtlık, filmin en rahatsız edici unsurlarından biri olarak öne çıkıyor. Çünkü Höss, tarihin en karanlık sayfalarından birinde böylesine büyük bir rol oynarken, evinde sıradan bir adam gibi davranabiliyor. Glazer, bu tür bir sıradanlığı derinlemesine araştırarak, kötülüğün nasıl normalleşebileceğini gözler önüne seriyor.
Höss’ün karısı Hedwig de benzer şekilde trajik bir figür. Onun dünyası, Auschwitz’in dehşet dolu gerçekliğinden izole edilmiş görünüyor. Hedwig, bahçesinde çiçek yetiştiriyor, evini düzenliyor ve çocuklarına bakıyor. Çocukların havuz kenarında oynadığı, ailenin yemek yediği sahneler, izleyiciye neredeyse huzurlu bir tablo sunuyor. Ancak bu huzur, arka planda sürekli yükselen dumanlar, çığlıklar ve silah sesleriyle kesiliyor. Hedwig, sanki dünyanın en büyük vahşetlerinden biri yanı başında yaşanmıyormuş gibi davranıyor. Bu kayıtsızlık, karakterlerin hayatlarını sürdürürken gerçekte neler olduğunu yok saymalarını sağlıyor.
Filmin teknik tarafı ise bu kayıtsızlık temasını daha da derinleştiriyor. Özellikle ses tasarımı, filmin başarısının en büyük parçalarından biri. Arka planda sürekli olarak duyulan kamptaki silah sesleri, bağırışlar ve krematoryum bacalarından yükselen dumanın yankıları, izleyiciye görünmeyen ama sürekli var olan bir gerilimi hatırlatıyor. Glazer, bu şekilde görsel değil işitsel öğelerle izleyiciyi rahatsız etmeyi başarıyor. Auschwitz’deki korkunç olayları gözler önüne sermeden, sadece seslerle o vahşeti hissettirmek, filmin atmosferini daha da kasvetli hale getiriyor.
Görsel olarak da film, Nazi Almanyası’nın idealize edilmiş yaşam tarzını ve buradaki tezatlığı mükemmel bir şekilde yansıtıyor. Bahçeler, çiçekler, düzenli evler ve mutlu aileler, Nazi ideolojisinin propagandasına uygun bir düzen içerisinde sunuluyor. Ancak bu düzenin hemen arkasında, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden biri yaşanıyor. Bu zıtlık, filmin temel gerilimini oluşturuyor. Her şeyin mükemmel olduğu bir dünyada, yanı başında yaşanan soykırımı görmezden gelmek, izleyiciye büyük bir ahlaki hesaplaşma sunuyor.
The Zone of Interest, izleyiciyi bu ahlaki sorgulamalara yönlendirirken, Holokost filmleri arasında benzersiz bir yere sahip oluyor. Grafik şiddet sahneleriyle değil, sessizce işleyen bir korkuyla dehşet veriyor. Glazer, karakterlerin kayıtsızlığını öne çıkararak, bu soykırımın nasıl bu kadar sıradan hale gelebildiğini gösteriyor. Filmde izleyici, bu kayıtsızlık karşısında rahatsızlık hissediyor ve bir insanın nasıl böylesine bir kötülüğe normal şekilde yaklaşabileceğini sorguluyor.
Filmin sonuna doğru ise izleyici bir gerçeklikle yüzleşiyor. Final sahneleri, izleyiciyi adeta soğuk bir duş etkisiyle günümüze döndürüyor. The Zone of Interest, sadece bir dönemi anlatan tarihsel bir dram değil, aynı zamanda insan psikolojisini ve karanlık yüzünü irdeleyen derin bir yapım olarak öne çıkıyor. Glazer, bu filmiyle izleyiciyi Holokost’un sessiz tarafıyla tanıştırıyor ve büyük bir sorgulama içine sokuyor.
Sonuç olarak, The Zone of Interest, Nazi Almanyası’nın en karanlık dönemlerinden birini sessizlikle ve sıradanlıkla anlatan, izleyiciyi derinden sarsan bir başyapıt olarak uzun süre hafızalardan silinmeyecek.
The Zone of Interest: Nazi Almanya’sının Korkunç Sessizliği