Speak No Evil: Tatil Arkadaşlarına Güvenme
Merhabalar!
Bu yazıda birlikte James Watkins’in yönettiği, başrolünde seksi delimiz James McAvoy’un yer aldığı Speak No Evil filmini deşiyoruz.
Bu film bir remake, yani yeniden yapılmış bir film. Orijinali 2022 yılında Danimarka yapımı olarak çıkıyor. Merak etmeyin, bu yeni versiyon pek çok açıdan orijinal filmden ayrılıyor. Orijinal film, izleyiciyi pasif karakterlerle derin bir rahatsızlık içinde bırakırken, Watkins’in yeniden çevrimi daha aksiyon odaklı ve “Amerikanvari” bir yaklaşıma sahip. Bu fark, filmin genel atmosferinden karakter gelişimlerine kadar her alana yayılıyor.
Speak No Evil’ın orijinal versiyonunun başarısı, karakterlerinin çaresizliğine ve pasifliğine dayanıyordu. Danimarka yapımında, karakterler Bjørn (Morten Burian) ve eşi Louise, tatile gittikleri Hollandalı bir çiftin evinde giderek daha rahatsız edici olaylara maruz kalıyor. Fakat, her türlü huzursuz edici duruma rağmen, karakterler herhangi bir çatışmaya girmekten kaçınıyorlar ve sürekli kibar kalmaya çalışıyorlar. İzleyiciyi en çok geren unsur, bu karakterlerin korkularıyla yüzleşmektense sürekli olarak sessiz kalmalarıydı. Film, bu kültürel pasiflik üzerine kurulu ince eleştiriyi muhteşem bir gerilimle harmanlıyor ve bu, orijinal filmin en güçlü yanlarından biriydi.
Watkins’in versiyonunda Danimarka-Hollanda ekseninden uzaklaşıyoruz ve film İngiltere kırsalına taşınıyor. Burada, Amerikalı bir çift olan Ben (Scoot McNairy) ve Louise (Mackenzie Davis), tatilde tanıştıkları İngiliz çift Paddy (James McAvoy) ve Ciara (Aisling Franciosi) tarafından evlerine davet ediliyor. Watkins, Danimarka yapımındaki karakterlerin çaresizliğini burada pekiştirmek yerine, Amerikan kültürüne daha uygun bir çözüm yolu buluyor: mücadele etmeye zorlanmış karakterler. Tabii ki bu “mücadele”, zaman zaman beceriksizce ve izleyiciyi rahatsız edecek şekilde işleniyor. Yani en başında belirttiğim gibi, orijinal filmin “gerilimde sessizlik” anlayışı bu yapımda daha dinamik, aksiyon dolu sahnelere evriliyor.
Bu fark, filmin ruhunu da haliyle değiştiriyor. Orijinal filmdeki karakterler pasif kaldıkça izleyici onların kaderini izlemekten başka bir şey yapamıyordu. Watkins ise izleyiciyi Ben ve Louise’e karşı daha güçlü bir empatiyle bağlıyor. Özellikle Scoot McNairy’nin canlandırdığı Ben karakteri, işsiz kaldıktan sonra kendisini yetersiz hisseden bir baba olarak karşımıza çıkıyor. Bu, onu daha çatışmalı ve kompleks bir karakter haline getiriyor. Louise ise ilişkilerindeki sorunlarla boğuşan ve hayatta kalma mücadelesi veren bir kadın olarak çiziliyor. Mackenzie Davis, karakterine belli bir sertlik ve kararlılık katıyor, ki bu da izleyicinin film boyunca onunla daha güçlü bir bağ kurmasına olanak tanıyor. Yani orijinaldeki pasif ve uzak karakterler yerine, Watkins’in versiyonunda daha insancıl ve anlaşılabilir karakterler var.
Bu Amerikanlaştırılmış hikâye yapısı, filmin finaline de yansımış. Orijinal Speak No Evil, çok daha karanlık ve iç karartıcı bir sonla izleyiciyi adeta şoke ediyordu. Watkins ise daha aksiyon dolu, hatta “mutlu” sayılabilecek bir son hazırlamış. Bu değişiklik bazı izleyicileri rahatsız edebilir, çünkü orijinal filmdeki rahatsız edici ve karanlık atmosfer burada bir nebze hafifletilmiş. Watkins, orijinalin rahatsız edici dozunu biraz hafifletmiş olsa da, yine de güçlü bir gerilim sunmayı başarıyor. Yine de ben orijinalini tercih ederim sanırım… James McAvoy’a rağmen.
Görsellik açısından bakıldığında, Watkins’in versiyonu oldukça başarılı. Görüntü yönetmeni Tim Maurice-Jones, bu filme kendine has bir görsel dil kazandırmış. Kendisini Cehennem Melekleri 4’ün görüntü yönetmeni olarak tanıyor olabilirsiniz. Aksiyon sahnelerinin neden iyi olduğunu da buradan anlıyoruz sanırım. 🙂
Tim, İngiltere kırsalını muhteşem bir pastoral arka plan olarak kullanırken, aynı zamanda iç mekanlarda klostrofobik bir atmosfer yaratmayı başarmış. Özellikle filmin ikinci yarısında kullanılan uzun, kesintisiz sahneler gerilimi adım adım yükseltiyor. Filmin sessiz ve gerilim dolu anlarında bile kameranın sabit kalması, izleyicinin adeta patlama anını beklemesine neden oluyor. Ayrıca ışık kullanımı da oldukça etkileyici. Karanlık ve gölgelerle oynayarak film boyunca izleyiciyi sürekli bir belirsizliğin içine çekiyor.
Tabii ki James McAvoy’dan bahsetmeden geçmek olmaz. McAvoy, Paddy rolünde adeta ışıldıyor. Oynadığı karakter, karizmatik ama aynı zamanda tehlikeli bir kişilik. Film boyunca onun enerjisi izleyiciyi bir yandan çekerken, bir yandan da karakterin altında yatan tehditkâr doğayı hissettiriyor. McAvoy, bu rolüyle izleyiciyi adeta hipnotize ediyor. Orijinal filmdeki karakterler pek de derin olmayan kişiliklerdi. Ancak Watkins’in uyarlamasında Paddy ve Ciara karakterlerine daha fazla derinlik katılıyor, ki bu da filmin orijinaline göre daha ilgi çekici bir hal almasını sağlıyor. Orijinaline kıyasla yeni versiyonun en sevdiğim tarafı bu oldu.
Sonuç olarak, Speak No Evil’ın yeniden çevrimi, orijinalin karanlık ve soğuk tonlarından uzaklaşarak daha geniş bir izleyici kitlesine hitap eden bir yapı kazanmış. Watkins, orijinalin minimalist ve rahatsız edici yapısını bir kenara koyarak daha dinamik ve aksiyon dolu bir film yaratmış. Her ne kadar orijinalin derin psikolojik gerilimi burada eksik kalsa da, bu yeni versiyon beni eğlendirmeyi ve germeyi başardı. Görüntü yönetmenliği, güçlü performanslar ve ilginç karakter dinamikleriyle Speak No Evil yeni bir soluk getiren başarılı bir uyarlama olmuş. Yine de izlemediyseniz önce, ya da sonra fark etmez, orijinal versiyonuna da bakmanızı tavsiye edebilirim.
Mısırlar patladıysa yazıyı burada sonlandırıyorum.
İyi seyirler!
Speak No Evil: Tatil Arkadaşlarına Güvenme