She is Conann: İntikam, Aşk ve Barbarlık
Ülkemizdeki festivallerde de önceden boy göstermiş After Blue, The Wild Boys gibi kendine has filmlerin marjinal yönetmeni Bertrand Mandico’nun yönetmenlik koltuğunda oturduğu son filmi olan She is Conann‘ı Uluslararası Fantasİstanbul Film Festivali kapsamında izleme şansı buldum. Filmin ana karakteri olan Rainer’e Elina Löwensohn hayat verirken, filmin ismini aldığı Conann karakterini ise 6 farklı isim canlandırıyor.
Öncelikle değinmek isterim ki bu bir film değil, en azından bildiğimiz şekilde. Sinemanın kurallarını yıkan, avangart bir kâbus deneyimi olarak nitelendirmek bence She is Conann için çok daha yerinde olur. Yer yer David Lynch, yer yer Luis Buñuel esintilerini hissettiren bir film olsa da yönetmen Bertrand Mandico, tüm bu esinlenmelere rağmen kendine özgü, eşsiz denebilecek bir üslup oluşturmayı başarmış. Film, sinemanın ulaşabileceği en zirve noktalara ulaşıyor ve süresi boyunca sizi rüyalarınızın ve kâbuslarınızın içine sokuyor. Önceki filmlerindeki alametifarikası olan şiirsel diyalogları bu filmde, özellikle ustalık dönemine geldiğini göstermekte. Çok da iyi olmayan ve kendisinin bile ucuz bir kopyası denebilecek After Blue sonrası, acaba The Wild Boys tek seferlik bir başarı mıydı derken, She is Conann ile Mandico şu ana kadarki en iyi işini ortaya çıkarmış.
Film temelde Conan The Barbarian’ın feminist ve “sanat”, “ölüm”, “varoluş” gibi kavramlarla iç içe geçmiş bir uyarlaması desek aslında yanlış bir şey söylemiş olmayız. Genelde mitlerin modern uyarlamaları sadece günümüzdeki sosyal adalet kavramına uymak için yapılsa da bu sefer karşımızda olan filmin içi oldukça dolu. Filmden çıkınca düşünecek çok fazla şeyiniz oluyor. Sevin veya sevmeyin, her türlü aklınızı uzun süre kurcalayacak bir film olmuş She is Conann.
Filmde, performanslar yönünden genel olarak aşırı öne çıkan bir şey olmasa da Rainer karakterine hayat veren Elina Löwensohn’a ayrı bir parantez açmazsam hakkını yemiş olacağımı düşünüyorum. Bütün film boyunca yüzünde köpek makyajıyla bu kadar ekspresyonist bir karakter ortaya çıkarabilmesi bence takdire şayan bir durum.
Filmde en öne çıkan noktalar ise bence set tasarımları ve sinematografi. Her sahnede psikedelik bir ortam oluşturulsa da asla o ortamın dışında hissettirmeyen bir atmosfer kurulmuş ve bence bu, filmdeki en öne çıkan yan. Onun dışında, siyah-beyaz ve renkli arasında sürekli gidip gelen harika sinematografisi filmin her sahnesinin tablo gibi görünmesini sağlamış. İzlerken hayran kaldığımı söyleyebilirim.
Peki, senaryoya gelirsek? Filmin o kısımda zekice replikler ve poetik sözler hariç bir şey vaat ettiğini söyleyemem. Tarza o kadar odaklanılmış ki senaryo çok havada kalmış. Doğru dürüst bir karakter yok, olay örgüsü yok… Ama bu, deneysel sinemanın ortak özelliği (veya ortak sorunu). Maalesef ki filmin tek zayıf, kusurlu denebilecek kısmı burası ve bu çok büyük bir zayıflık. Yine de türdeşlerinin aksine, olay örgüsünden bağımsız olarak fazlasıyla sorgulatıcı bir film olabilir.
Uzun lafın kısası, She is Conann benim çok sevdiğim bir film olsa da özellikle ana akım sinemayla daha haşır neşir olan seyirciye asla hitap etmeyen bir film. Siz de sinemada farklılık arayan birisiyseniz bu filmi mutlaka izlemelisiniz.
She is Conann: İntikam, Aşk ve Barbarlık