Rosinante: İstanbul ve Aile Bağları
Günümüz Türk sineması, taşra hikayelerinin yerine şehir hikayelerini anlatmaya başladı artık. Ayna Ayna (Belmin Söylemez, 2022), Başlangıçlar (Ozan Yoleri, 2023) ve Aynı İpte Asılı (Barış Demirdelen, 2024) filmleriyle şehrin, yani İstanbul’un hikayelerini anlatmaya devam ediyor. Şehirdeki çaresizliğimizi, geçinememeyi ve tutunmaya çalışmamızı aktarmaya devam ediyorlar. Baran Gündüzalp’in ilk filmi Rosinante (2023) ise bu bahsettiğim şehir hikayelerinin bir yenisi, biraz da içten bir yenisi. Bu sefer, İstanbul’da yaşayan ve geçinmek için çeşitli işler yapan çocuklu bir aileyi anlatıyor. Senaryosunu, Türk Pasaportu (Meta Akkuş, Burak Arlıel, 2011) filminin yanı sıra Krem (Oğuzhan Tercan, 2012), Hatırla Gönül (Neslihan Yeşilyurt, Gül Oğuz, 2015) ve Her Yerde Sen (Ender Mıhlar, Volkan Özgümüş, 2019) gibi ana akım TV dizilerinin de senaristi olan Deniz Yeşilgün ile birlikte yazmışlar. Bu film de Cuma günü itibarıyla Başka Sinema kapsamında vizyona giriyor.
Genç bir çift olan Salih (Fatih Dönmez) ve Ayşe (Nilay Erdönmez), altı yaşındaki oğulları Emre (Can Demir) ile birlikte, kentsel dönüşüme girmek üzere olan bir semtte yaşıyorlar. Salih beklenmedik bir anda işten çıkarılıyorken, Ayşe ise sigorta satışını yaptığı sırada evden çalışma sistemine geçiş yapıyor. Bu süreçte, ailenin çocuğu Emre ise hiç konuşmuyor ve üstelik bu aile bütçelerine uygun bir ev aramaya başlıyor. Fakat birinden duyarak bir iş modeline geçen Salih, adını Don Kişot’un yorgun atından alan Rosinante isimli motosikletiyle taksicilik yapıyor. Bu iş modelini öğrenen Ayşe de ek iş olarak geceleri taksicilik yapmaya başlıyor ve bu şekilde geçimlerini sağlamaya ve İstanbul gibi büyük bir şehre tutunmaya çalışıyorlar.
Klasik bir aile hikayesi olarak izlemeye başladığımız bu filmde, hikaye ilerledikçe ailenin gözünden yaşam çabasının konu edildiğini görmeye başlıyoruz. Daha doğrusu, kentsel dönüşümün ve geçim sıkıntısının merkezde olduğu bir aileden kesitler de izlemeye başlıyoruz. Bazı sahnelerde Vittorio De Sica’nın Bicycle Thieves (1948) filminden esintiler aldığımı da söylemeliyim. Çünkü filmin hikayesi boyunca, Baran Gündüzalp’in yönetiminde ve Arda Yıldıran’ın kamerasıyla neredeyse bütün İstanbul’u gezerek şehrin her türlü güzelliğini ve çirkinliğini tanıyoruz. Zenginden fakire, gençten yaşlıya, merhametli kişilikten merhametsiz kişiliğe kadar birçok insanla karşılaşıyoruz ve bu yolculukta, filmdeki motosiklete olan güçlü bağlarını da görüyoruz; ancak hikaye ilerledikçe ailenin parçalanmasına (belki de motosiklet gibi yorgun düşmesine) doğru gitmeye başlıyoruz. Ancak değinmeden geçemeyeceğim bir nokta daha var: hikaye boyunca Ayşe’nin aktifliğini görüyoruz. Son zamanlarda izlediğimiz filmlerde de görüyoruz ki, erkek yönetmenler bile kadınları erkeklerden daha aktif gösteriyor; gerçek hayatta da böyle. Az önce de belirttiğim gibi, filmde Ayşe’nin kararlılığı, aktifliği, olgunluğu ve Salih’ten daha çalışkan oluşu yansıtılıyor ve bence Türk sineması bu şekilde daha gerçekçi ve daha sağlam bir adım atıyor.
Filmde görsellik, ses ve oyunculuk öne çıkıyor. Ancak bazı sahnelerde görsellik, göze parmak sokar gibi abartılı geldi bana. Örneğin, bir rüya sahnesinin ardından Kemal Gündüzalp’in Düş Yorumcusu kitabının gösterimi, başta bana fazla göze sokulmuş gibi geldi. Fakat sonrasında anlatım açısından görselliği toparlamayı başarmış. Bunun dışında filmdeki görüntüler son derece gerçekçi; bazı yerlerde tehlikeli, bazı yerlerde ise sakin ve huzurlu sahneler var.
Ses kullanımı ise görselliğin bir adım önünde. Parantez açmam gerekirse, filmde kırılan eşyalardan yere düşen balıklara, yağmur seslerinden kaldırılan koli kutularına kadar birçok sesle yaşam mücadelesinin, çaresizliğin ve umudun sesi olmaya çalışmışlar ve bunu başarıyla gerçekleştirmişler.
Oyunculuklarda ise Nilay Erdönmez öne çıkıyor. Filmdeki performansıyla yalnızca rol çalmakla kalmıyor, Ayşe rolünü derin bir içtenlikle canlandırıyor ve çizdiği portreyle, yarattığı ruh halleriyle Nilay Erdönmez’i bizden biri olarak görmemizi sağlıyor. Emre’yi canlandıran Can Demir ise, bana kendi çocukluk deneyimlerimi hatırlatmayı başardı. Belli bir yaşa kadar konuşmamış biri olarak ben, filmdeki suskunluğunu, gerginliğini ve parçalanmışlığını Emre’nin gözlerinden çok iyi bir şekilde anlıyor ve Emre’yi oynayan Can Demir bu rolün hakkını veriyor. Fatih Dönmez için ise fazla bir şey söyleyemem; Salih rolünde derinlik bulmakta zorlandım, ancak filmdeki çabasını kesinlikle takdir ediyorum.
Neyse, içimdeki dertleri anlattıysam şayet, gönül rahatlığıyla toparlayabilirim. Rosinante, sadece günümüz Türk sinemasında yapılan şehir hikayelerine bir yenisini eklemekle kalmıyor, aynı zamanda Vittorio De Sica’ya yaptığı göndermelerle Baran Gündüzalp’in içten ve gerçekçi bir hikaye anlatmayı başarmış. Gayet tatlı ve izlenebilir bir filmimiz var. Bu film, Başka Sinema kapsamında vizyona giriyor, ancak öncesinde izlemek ve izledikten sonra merak ettiklerinizi sormak isterseniz de Çarşamba akşamı Kadıköy Sineması’nda ekip katılımlı bir gösterim gerçekleşecek. Bunu da belirtmiş olayım.
Rosinante: İstanbul ve Aile Bağları