Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Borderlands: Psikopatlar, Avcılar ve Yağmacılarla Dolu Bir Popcorn Filmi

Borderlands: Psikopatlar, Avcılar ve Yağmacılarla Dolu Bir Popcorn Filmi

Yazar: Ömer Acıoğlu

Borderlands: Psikopatlar, Avcılar ve Yağmacılarla Dolu Bir Popcorn Filmi

Bahsedeceğim filme geçmeden önce size oyun uyarlamalarıyla ilgili bir bilgi vermek istiyorum. Herkesin dilinden düşürmediği ve herkesin mutlaka deli gibi oynadığı, delice sevdiği, saatlerini harcadığı oyunların sinema uyarlamaları 90’lı yılların başında başladı. 1993 yılında belki de en kötü oyun uyarlaması olan Super Mario Bros. (Süper Mario Kardeşler, Rocky Morton, Annabel Jankel) filmiyle başlayan bu furya çeşitli oyun uyarlamalarıyla devam etti ve ediyor da. 90’lı yıllarda Street Fighter (Son Savaşçı, Steven E. de Souza, 1994), Mortal Kombat (Ölümcül Dövüş, Paul W. S. Anderson, 1995), Wing Commander (Cesaret Kanatları, Chris Roberts, 1999) gibi filmlerle devam ederken, 2000’li ve 2010’lu yıllarda Tomb Raider (2001-2018) serisi, Resident Evil (Ölümcül Deney, 2002-2022) serisi, Doom (2005), Silent Hill (Sessiz Tepe, 2006-2012) serisi, Hitman (2007-2015) , Max Payne (2008), Prince of Persia: The Sands of Time (Pers Prensi: Zamanın Kumları, Mike Newell, 2010) ve Assassin’s Creed (Justin Kurzel, 2016) gibi filmler bunlardan bazıları.  2000’ler ve 2010’larda sinema süper kahraman filmleri ve roman uyarlamaları ile popülerken, oyun uyarlamaları fazla popüler değildi. Fakat 2019’da Detective Pikachu (Detektif Pikachu, 2018) filmi ve The Witcher (2019-2023) dizisinin gelişiyle birlikte oyun uyarlamaları süper kahramanların önüne geçmeye ve bununla birlikte altın çağını yaşamaya başladı. Bunu Sonic the Hedgehog (Kirpi Sonic, 2020), Uncharted (Ruben Fleischer, 2022), Five Nights at Freddy’s (Freddy’nin Pizza Dükkanında Beş Gece, Emma Tammi, 2023) gibi filmlerin yanı sıra Castlavania (2017-2021), Arcane (2021-2024), Halo (2022-2023), The Last of Us (2023) ve en son da Fallout (2024) dizilerin takibiyle oyun uyarlamaları büyük rağbet görüyor.

Eli Roth’un yönetmenliğini yaptığı son filmi Borderlands ise bahsettiğim oyun uyarlamalarının en sonuncusu. Borderlands, 2009’da Gearbox ve 2K ortaklığıyla geliştirilen ve dünyada büyük bir başarı kazanmış 8 oyunluk bir Loot-Shooter (Yağmalayarak ateş etme) serisi. Oyunda yaptığımız şey, birbirinden farklı karakterlerinden birini seçtikten sonra yağmacılar, hazine avcıları ve psikopatlarla dolu kurak bir yer olan Pandora’daki amacımız bolca silah geliştirerek kendimizi güçlendirmek ve dünyayı kurtarmak.

Şimdiyse bu oyundan uyarlanan filmin hikayesinden bahsetmeye geçebiliriz hazırsanız. Sert bir kelle avcısı olan Lilith (Cate Blanchett), dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Atlas (Edgar Ramirez) tarafından kiralanıyor. Atlas’ın Lilith’ten istediği şey şu: Büyük bir gücün anahtarı olan kayıp bir kızı bulup Atlas’a teslim etmektir. Bunun için Lilith, an itibariyle Yağmacılar, Psikopatlar ve Hazine Avcılarının mesken ettiği bir gezegen olan Pandora’ya geri dönmek zorundadır. Dahası hiç tanımadığı ve birbirinden farklı kişiliklere sahip olan birkaç insan, bir psikopat ve bir robotla işbirliği yapmak zorundadır. Merhametli ve kısmen de olsa sert bir asker olan Roland, hapisten kaçan psikopat Krieg (Florian Munteanu), sert ama akıllı bir ergen olan Tiny Tina (Ariana Greenblatt), şakaya ve mizaha programlanan bir robot olan Claptrap (Jack Black) ve Tina’nın koruyucu annesi olan Patricia Tannis ile işbirliği yaparak yolculuğa çıkıyor. Hikaye fazlasıyla tanıdık geliyor, değil mi? Tabi ki de geliyor.

Hikaye geçmişle yüzleşme, dünyayı kötülükten kurtarma ve biraz da olsa kendini bulma üzerine bir öykü. Tam bir popcorn filmi için yazılmış bir hikaye bu. Bu yüzden bir popcorn filminde çok derinlikli bir hikaye beklemeyin. Filmin hikayesi tam anlamıyla klasik bir şekilde ilerliyor: Yani hikaye lineer akıyor ve senaryo neredeyse diyaloglara yaslanıyor. Ama Uncharted filmi gibi de hikaye açısından çorba bir film olmamış, gayet eli yüzü düzgün bir oyun uyarlaması var karşımızda. Aksiyonu ise gayet eğlenceli, bir an bile durmayan bir aksiyonun yanı sıra, alttan alttan gülebileceğiniz iyi bir mizaha da sahip.

Görselliği ise capcanlı, tıpkı oyundaki çizgi romanımsı havayı veren görsellik gibi. Fakat hikayesinde de olduğu gibi, görsellik konusunda da fazla bir derinlik aramayın, ki bazı sahneler haricinde. Eli Roth, Rogier Stoffers’în kamerası sayesinde kısmen de olsa toplumun şiddetini ve şiddetten doğan suçları iyi yansıtmış, bu konuda doğruya doğru. Geza Kerti’nin sanat yönetmenliği ile görsellik daha da sağlamlaşmış. Eşyaları, psikopatların taktığı maskeleri, Tiny Tina’nın yaramazlığını yansıtan tavşan kulaklı tacı ve Claptrap’in tasarımı, bu filme bir giysi gibi yakışmış.

Bu arada müzik ve ses konusuna da değinmeden oyunculuk tarafına geçmeyelim. Önce müziklerinden bahsedelim, ki onlar da orta şekerli türk kahvesi gibi müzikleri var. Filmin anlatımını hem etkileyen, hem de pek etkilemeyen müzikleri mevcut. Steve Jablonski’nin yaptığı müziklerin bazıları, filmin anlatımını etkiliyorken, bazı müzikleri ise filmin amacına hizmet etmiyor. Daha açık konuşmam gerekirse, filmin müzikleri dramatik anlatısını, karakter ruhani durumlarını yansıtmıyor, sadece eğlence amaçlı yapılmış gibi duruyor. Ama şarkı seçimi gayet iyi: Muse, Chaka Khan, The Heavy ve Black Keys’ten kullanılan parçalar var, ki bu şarkılar filmin kendi müziklerinden bile daha güzel. Sesler de orta şekerli, ki sesler gümbür gümbür işliyor, özellikle aksiyon sahnelerinde koltuklarınızdan fırlıyor gibi oluyorsunuz. Onun dışında canavarlar, kapı ve patlama sesleri gibi efektlerle sizi alıp götürüyor.

Tabi ki de oyunculuklarından bahsetmesek olmaz, hatta oyunculukları bu filmin en büyük artısı. Özellikle bu filmin yaramaz ergeni Tiny Tina’yı oynayan Ariana Greenblatt’in performansını çok beğendim. Bahsetmeden önce Ariana Greenblatt’i anımsatmak gerekirse, kendisini geçtiğimiz yılın gişe rekortmenlerinden biri olan Barbie (Greta Gerwig, 2023) filminde seyrettik. Ariana Greenblatt, bu karakteriyle yaramaz, deli ama bir o kadar da akıllı bir ergen rolünün hakkını çok iyi vermiş bu konuda tebrik ederim. Bir de filmin (aynı zamanda da oyun serisinin) eğlenceli kılan robotu Claptrap’e sesiyle hayat veren Jack Black var ki, sesiyle mizahıyla hem karaktere hem de filme gönül vermiş. Tabi ki de filmin başrolü olan Cate Blanchett’tan da söz etmek isterim kesinlikle. Gerek tonlaması, gerek sertliğiyle, gerekse de aksiyonuyla Lilith gibi sert bir kelle avcısı rolünün hakkını vermiş, benim bu konuda şikayetim yok. Ama performansında gözüme iyi gelmeyen bazı kısımlar var. Tabi ki de bu filmde bir alt metin, bir derinlik arayamayız ama en azından böyle bir oyunculukta yüz ifadeleriyle, bakışlarıyla da performans vermesini beklerdim, onun dışında pek bir şikayetim yok.

Öncelikle Rotten Tomatoes ile Metacritic’teki düşük puanlarına kanmayın. Çünkü Borderlands, Uncharted gibi çorba bir oyun uyarlamasına sahip değil ama kesinlikle The Last of Us gibi bu kadar derin bir anlatıma da sahip değil. Bu film ikisinin ortasında kalan, tam bir popcorn filmi. Bu filmi seyretmeseniz bir şey kaybetmezsiniz. Ama seyrederseniz de eğlence ve heyecan garantili bir film sizi bekliyor olacak. Oyunu sevenler de sevmeyenler de gönül rahatlığıyla seyredebilir. İzlemek isteyen herkese iyi seyirler dilerim.

Borderlands: Psikopatlar, Avcılar ve Yağmacılarla Dolu Bir Popcorn Filmi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...