Witches: Dayanışmanın Büyüsü
Elizabeth Sankey’nin Witches (2024) adlı belgeseli, kadınların tarih boyunca maruz kaldığı toplumsal baskıları ve bu baskıların günümüzdeki yansımalarını, sinema tarihindeki cadı ve “akıl hastası kadın” temsilleriyle cesurca ele alıyor. Kendi doğum sonrası kaygısı ve depresyonu deneyiminden yola çıkan Sankey, kişisel anlatısını popüler kültürdeki cadı figürleriyle harmanlayarak annelik, kadınlık ve ötekileştirmenin kesişim noktalarını keşfe çıkıyor. İlk bakışta cadılık tarihi üzerine bir anlatı sunacağı izlenimini verse de, Witches aslında sinema tarihinden referanslarla, kadınlık ve annelik üzerine toplum tarafından kurulan tahakkümü gözler önüne seriyor.
Dünya prömiyerini Tribeca Film Festivali’nde yapan ve 2024 Britanya Bağımsız Film Ödülleri’nde En İyi Belgesel ödülünü kazanan yapım, görsel açıdan zengin ve duygusal olarak derin bir anlatıma sahip. Cadı imgesinin yüzyıllar boyunca bir korku nesnesine dönüştürülürken, kadınların toplumsal bir kurum olan annelik altında nasıl sıkıştırıldığını ele alıyor.
Sankey, belgeselinde kendi doğum sonrası yaşadığı psikozu, sinema tarihinden kesitler ve kişisel hikâyelerle birleştirerek kolaj bir anlatım oluşturuyor. Kişisel deneyimlerin aslında kadın tarihinin kolektif bir parçası olduğunu vurguluyor. Kadınların, toplumsal baskı ve ötekileştirme korkusu yüzünden hissettiklerini dahi konuşamamalarına dikkat çekerken, tarih boyunca cadılık üzerinden uygulanan zulmü modern annelik deneyimiyle ustalıkla birleştiriyor.
Belgesel, kadınların “makbul” olma zorunluluğunu ve bu beklentiye uymadıklarında maruz kaldıkları cezalandırmayı, kitle iletişim araçları aracılığıyla ve özellikle sinema ile nasıl hatırlatıldığını sorgulamamıza neden oluyor. Ancak bunu parmak sallayarak değil, izleyen her kadının içtenlikle hissedebileceği ve farkında olmadan kabullendiği o derin yarayı görünür kılarak yapıyor. 16. ve 17. yüzyıl cadı mahkemeleri ile bağ kuran Sankey, kadınların tarih boyunca nasıl bastırıldığını, bugün bile tıbbi ve ruhsal sorunlarının görmezden gelinmesini ya da çözümsüz bırakılmasını acı bir ironiyle anlatıyor.
Witches, sadece bireysel bir hikâye değil; kadınların ortak mücadele ve yaralarını görünür kılan, kızkardeşlik dilini benimseyen kolektif bir anlatı sunuyor. Kadınların hikâyelerini yine kadınlardan dinlemenin güvende hissettiren etkisini hatırlatıyor ve izleyiciyi bu mücadelenin tanığı haline getiriyor.
Elizabeth Sankey, belgeseliyle Orta Çağ’da yakılan cadılar üzerinden kadınlardan çalınan kolektif mirasın modern çağda hâlâ oluşturulamadığını vurguluyor. Kadınlık ve annelik deneyiminde hissettiğimiz yaraların ancak birbirimize destek olarak sarılabileceğini cesurca anlatıyor. Erkek egemen dünya, kadınları hâlâ “iyi cadı” ve “kötü cadı” olarak kalıplara sokarken, bu kalıplardan kurtuluşun, kadınların birbirine düşman değil, yurt olmasıyla mümkün olabileceğini hatırlatıyor.
Tarih boyunca hasır altı edilen anne-çocuk ilişkisine alan açarak, anne stereotipine uymadığı için kendini yetersiz veya suçlu hisseden kadınlara, insan olduklarını ve yalnız olmadıklarını güçlü bir şekilde hatırlatıyor. Sankey’nin belgeseli, kadınların hikâyelerini görünür kılarak, kolektif bir iyileşmenin ve dayanışmanın kapısını aralıyor.
“Her kadın bir cadıdır ve her cadının bir cadı meclisine ihtiyacı vardır.”
Belgeseldeki film kesitleri ve röportajların yapıldığı atmosfer, bütünleştirici bir dil oluşturuyor. Elizabeth Sankey, kendi psikozunu anlatırken, sinemanın şifasına inanarak çıktığı yolculuğu arka plan tercihlerinde de yansıtmış. İyileşme hikâyesini sahneye taşırken, renk paletini de bu süreci yansıtacak şekilde kullanmış. Başlangıçta sarmaşıklarla dolu, terk edilmiş gibi duran sahnelerden, ev hissi uyandıran sahnelere geçiş yaparak iyileşmeyi görsel olarak desteklemiş. Ayrıca kullanılan ara geçişler, izleyiciyi sıkmadan, konuyu daha anlaşılır hâle getirmiş.
Sinemada kadın hikâyelerini ve kameranın ardındaki kadınları dinlemeyi sevenlere, Sankey’in açtığı pencereden içeriden bir deneyim izlemeyi isteyenlere şiddetle önerdiğim Witches, MUBI’de gösterimde. Belki alışılmış bir anlatım değil, belki çok detaylı bir bakış değil; ancak derli toplu bir perspektifte sorunların temel düzeyde anlatıldığı bir belgesel. Elizabeth’in “İyi ya da kötü olmak, bir kadının kendisi için yapacağı bir seçim değildir.” sözüne katılarak, ataerkil dünyada bana bir umut verdiği için teşekkür ediyorum. Cadılığın stereotipleşmediği, kadınların iyi ya da kötü olmakla sınırlandırılmadığı ve her kadının içindeki cadıya izin verildiği bir dünya dileyerek, iyi seyirler dilerim.
Witches: Dayanışmanın Büyüsü