The Dog Who Wouldn’t Be Quiet: Hayat Bu İşte (İKSV Özel)
İKSV Nisan Seçkisi’nde izleme fırsatı bulduğum absürd dram türünde olan The Dog Who Wouldn’t Be Quiet, Arjantinli aktris ve yönetmen olan Ana Katz’ın yazdığı ve yönettiği film.
Sebastian otuz yaşlarında düzenli bir işi olan ve köpeğiyle birlikte yaşayan birisidir. Komşuları, Sebastian işe gittiği zaman evde yalnız kalan köpeğin çok ses çıkardığını ve bundan rahatsız olduklarını nazik bir şekilde dile getirirler. Bundan dolayı Sebastian, köpeğini işe götürmeye başlar ancak bu da patronları ve iş arkadaşları tarafından hoş karşılanmaz. Köpeğini yalnız bırakamayacağını bu sebeple de işe getirmeye devam etmesi gerektiğini söylen Sebastian açık açık istifaya zorlanır. İşini kaybeden Sebastian’ın bunu çok dert ediyormuş gibi gözüktüğünü söyleyemeyiz. Ancak başına başka olaylar da gelmeye devam eder.
Sebastian hayat konusunda bir tereddütü olmayan biri gibi. Başına gelen her şeyi büyük bir olgunlukla kabullenip ileriye bakıyor. Herhangi bir hırsı veya çabası olmayan karakterimiz hayatında olan şeyleri kara kara düşünüp sorgulamak yerine harekete geçiyor. Örneğin işinden kovulsa da gözünün önünde duran diğer fırsatları değerlendiriyor ve düzenli başka bir iş bulamasa da geçici bir sürü işe giriyor. Yaptığı her işe aynı önemi verdiği için her şekilde gününü başarılı bir şekilde sonlandırıyor. Çoğumuza biraz melankolik gelen bu hayata bakış tarzı aslında hayatın ilerleyişini çözmüş olan bir adamın stili. Yaşadığı şeylerdeki olumsuzluklar fazla olsa da başına güzel şeyler de geliyor tabi ki ve Sebastian bunlarla mutlu olabilmeyi de başarıyor.
Bu filmin tabi ki en çok dikkat çeken noktası günümüzdeki gibi insanların hayatını aniden değiştiren bir salgını barındırıyor olması. Bilim kurgu filmlerinde yaygın olarak kullanılan tema olan salgınlar gerçeğini yaşamadan önce bize çok yabancı gelirdi. Bu filmde, başımıza gelmeyeceğini bildiğimiz ütopik salgınlar yerine yaşadığımız salgının benzerini yaratmışlar. Salgın demek doğru olmayabilir aslında. Çok açıklanmasa da anladığım kadarıyla, dünyaya çarpan bir meteorun yaydığı gazlardan ötürü insanların ihtiyacı olan oksijeni belli bir seviyeye kadar azaltması. Ortaya çıktığı ilk sahnenin filmin en çarpıcı sahnesi olduğunu söyleyebiliriz. Sebastian ve iş arkadaşları bir tarlada çalışırken aniden teker teker yere yığılıyorlar ve kendilerine geldiklerinde ise ayağa her kalkmayı başardıklarında tekrar düşüyorlar. Filmde uzun bir zaman dilimini izlediğimizden ötürü salgın bittikten sonraki yaşama da tanık olma şansı buluyoruz. Dünyanın eski normaline geri dönebildiği filme bakarak bir iç çekiyoruz ve gerçek dünyada da aynı şeyin olabilmesini umuyoruz.
Siyah beyaz olarak çekilmesi tercih edilen filmde görsellik son derece yalın ve etkileyici. Siyah beyaz çekilmesinin tercih sebebi muhtemelen karaktere daha çok odaklanmamıza yardımcı olmak ve ondaki dinginliğin bize geçmesini sağlamak. İki kez gördüğümüz kısa animasyonlar ise son derece güzel ve anlamlıydı. Animasyon şeklinde aktarılan ilk kısımda sadece Sebastian’ın hayatını etkileyen acı bir olaya şahit olurken ikinci animasyonda ise tüm dünyayı etkisi altına alan salgının başlangıcını izleme şansını buluyoruz. Dönüm noktası niteliğinde olan bu olayların farklı çekim tarzlarıyla sunulması da güzel olmuş.
Etkileyici bir olay örgüsüne sahip olan güzel çekilmiş ve oynanmış bir sanat filmi izlemek isterseniz film 8 Nisan Perşembe’ye kadar İKSV’de yayında olacak. İyi seyirler.
The Dog Who Wouldn’t Be Quiet: Hayat Bu İşte (İKSV Özel)
Senanur Pehlivan’ın Diğer Yazıları İçin Tıklayın.