Task: Geçmişin İzleri
HBO’nun izleyenlerden ve eleştirmenlerden yüksek puanlar alan yeni mini dizisi Task, 7 bölümlük yayın hayatını tamamladı. Brad Ingelsby’nin yarattığı ve yazdığı dizinin başrolünde Mark Ruffalo ve Tom Phelphrey yer alıyor. Bu ikiliye eşlik eden isimler ise Emilia Jones, Thuso Mbedu, Raul Castillo, Jamie McShane, Sam Keeley, Fabien Frankel, Alison Oliver, Silvia Dionicia ve Martha Plimpton.
Hikaye, bir dizi soygunu araştırmak ve olası çete savaşlarını engellemek için FBI tarafından bir görev gücü oluşturulmasını ve ardından yaşanan olayları ele alıyor. Görev gücünün başına ise Mark Ruffalo’nun canlandırdığı FBI için çalışan eski Katolik rahip Tom Brandis karakteri geçiyor.
Yazının devamı spoiler içereceği için eğer izlemediyseniz buradan sonrasını okumanızı tavsiye etmem. İzlediyseniz ya da spoiler umrumda olmaz diyorsanız gelin devam edelim.
Hikâye karakterlerin geçmişiyle bağlantılı bir şekilde ilerliyor. Neredeyse her karakterin geçmişinde travmatik, üzücü bir olay var ve bu olayları bölümler ilerledikçe daha detaylı bir şekilde öğrenmeye başlıyoruz. Bu noktada Tom Brandis’in ve diğer ana karakterimiz Tom Pelphrey tarafından canlandırılan Robbie Prendergrast’ın hikayelerinin gerçekten iyi bir şekilde izleyiciye aktarıldığını ancak diğer karakterlerin hikayelerinin yüzeysel bir şekilde geçildiğini söylemem gerekir. Bu iki karakterle bağlantılı yan karakterleri de bu hikayelere bağlı oldukları için daha iyi tanıyabilsek de diziye ekstra olarak dahil olan diğer yan karakterlerle tam olarak bağ kuramıyoruz.
Task: Geçmişin İzleri
Görev gücündeki karakterler diziye etkileri açısından her ne kadar önemli olsalar da bir parçaları eksik kalıyor. Örneğin Anthony Grasso karakterinin çetelerle bir ilişkisi var ancak bunu yüzeysel bir şekilde öğrenip geçiyoruz. Bir diğer karakter Lizzie’nin polis olmaması gerektiğini izleyen herkes düşünmüştür. Bir sahnede bunu Tom da söylüyor zaten. Ancak neden polis olduğunu veya onu bu şekilde görmemizin sebeplerini az da olsa görmek isterdim. Ekibin diğer üyesi Aleah’ı ise sezon boyunca hiç tanıyamadık. Sadece ekibin başarılı polis kadrosunu doldurmak için dizide yer alan bir karakter olarak kalıyor. Görev gücüne nazaran Dark Hearts çetesindeki karakterlerle daha kolay bir bağ kuruyoruz. Bu tercihin nedenini merak ediyorum açıkçası.
Yazının başında da belirttiğim gibi hikâye karakterlerin geçmişiyle doğrudan ilişkili. Karakterlerin trajedileri, pişmanlıkları verdikleri tüm kararları etkiliyor. Hem Tom Brandis açısından hem de Robbie Prendergrast açısından bu etkinin net bir şekilde yansıtılması, boşluk bırakılmaması dizinin en sevdiğim noktalarından biriydi. Sadece polisiye bir dizi izlemektense bir yandan da karakterlerin psikolojik dramalarını izlemek oldukça zevkliydi. Dizi de bu iki karakterin karşılaşmasıyla birlikte bir üst noktaya çıktı benim için.
Başrol karakterimizin eski bir rahip olması da diziyi benzerlerinden ayıran en büyük özellik. Hem rahipliği sebebiyle hem de yaşadığı trajedi sebebiyle duygularını mantığının önüne geçiren bir ekip lideri izliyoruz. Robbie ile gelişen ilişkisi, yaşadığı boşluğu Sam ile doldurmaya çalışması veya Maeve için yaptıkları normalde bu tarz dizilerde gördüğümüz şeyler değil. Normalde gördüğümüz şeyler değil dememin sebebi, bu saydığım isimlerin hepsi bir şekilde çeteyle bağlantılı. Belki gerçekten hayatta bu tarz örnekleri göremeyiz bilmiyorum ama ben hikâyenin bu şekilde işlenmesinden oldukça mutluyum.
Dizinin başlangıcı ve bitişi de beni memnun bıraktı. Tom’un kişisel hayatıyla, depresyonuyla, tükenmişliğiyle başladığımız sezon, yaşanan tüm olaylarından ardından yine Tom’un kişisel hayatıyla ancak biraz da umutlu bir noktada bitti. Bu noktada karakter gelişimlerinden de övgüyle bahsetmezsem olmaz. Yan karakterleri bir kenara bırakırsak Tom’un, Robbie’nin, Maeve’in ve Tom’un kızlarının duygularına ve değişimlerine direkt şahit olduk. Geldikleri noktadan ve bu noktaya nasıl geldiklerinden aşırı memnunum. Bu süreçte eksik bıraktıkları şeyler neredeyse yok denecek kadar az.
Task: Geçmişin İzleri
Oyunculuklardan da biraz bahsetmem gerekirse her ne kadar yan karakterlerin hikayeleri eksik, yarım yazılmış olsa da tüm oyuncular rollerinin tüm gerekliliklerini vermiş. Mark Ruffalo ve Tom Phelprey’i farklı bir yere koyarsak benim en beğendiğim oyuncu kesinlikle Maeve karakterini canlandıran Emilia Jones oldu. İzlerken yaşadıklarıyla empati kurmak çok kolaydı. Karakterin yaşadığı tüm duyguları içimde yaşadım. Tom Phelprey’i Ozark sonrası böyle bir rolde görmek çok güzeldi. Bir an kendimi Ozark’ı izliyormuş gibi hissettim. Ozark’taki performansından çok daha iyi bir performansla karşımızdaydı. Son olarak Mark Ruffalo’dan bahsetmeme gerek olduğunu düşünmüyorum. Çok sevdiğim bir oyuncu ve her ne kadar Hulk rolüyle de gönüllerimize taht kursa da Marvel evreninden uzaklaşması, Poor Things gibi daha ciddi diyebileceğimiz farklı yapımlara yönelmesi kariyeri açısından bence daha iyi oldu. Bence Marvel’da aktif olarak yer alarak kariyerine ihanet ediyordu. Bizler de izleyici olarak onu farklı hikayelerde izlemeyi hak ediyoruz.
Dizide kullanılan renk paleti de dizinin karanlık, depresif hikayesine oldukça uyumluydu. Tam anlamıyla güneşli bir gün göremedik. Bulutlu, karamsar bir hava hakimdi diziye. Dizideki tek aydınlık ise Sam karakteri ile geliyor. Hem kendi hayatının bir nebze düzelmesi hem yanlarında bulunduğu karakterlerin hayatını bir noktada güzelleştirmesi görüntülere de yansıyor.
Task: Geçmişin İzleri
Özetlemek gerekirse, polisiye dizileri seven biri olarak klasikleşen ve klişeleşen hikayelerden sonra Task ilaç gibi geldi. Hikayesiyle, kurgusuyla, oyunculuklarıyla herkesin mutlaka şans vermesi gereken bir yapım olduğunu düşünüyorum. Yazıda da bahsettiğim gibi bazı eksiklikleri olsa da olumlu yönleri çok rahat bir şekilde bu eksi yönleri görmezden gelmenizi sağlıyor.
Başka bir yazıda görüşmek üzere, kendinize iyi bakın!