Anasayfa İncelemelerDizi İncelemeleriPluribus: Ön İnceleme: Herkes Bir, Ben Öteki

Pluribus: Ön İnceleme: Herkes Bir, Ben Öteki

Yazar: Tuğçe Ulutuğ
Pluribus: Ön İnceleme: Herkes Bir, Ben Öteki
Pluribus: Ön İnceleme: Herkes Bir, Ben Öteki

Herkes bir, ben öteki…

Hiç öyle hissettiniz mi? Herkesin aynı dili konuştuğu, aynı şeyleri düşündüğü bir dünyada sizin dışarıda kaldığınızı? Ya da kalabalığın içinde yalnız olduğunuzu?

Herkes “biz” olurken siz hâlâ “ben” kaldınız mı?

Hem beni çok iyi anladığınızı hem de kafa karıştırıcı geldiğini biliyorum. Merak ettiğinizi de hissediyorum. Bahsettiğim şey, Breaking Bad’in yaratıcısı Vince Gilligan’ın yepyeni evreninden sadece küçük bir parça: Pluribus.

Neredeyse hiçbir ipucu vermeyen o gizemli fragmandan sonra aylarca beklediğimiz Pluribus sonunda geldi ve ilk iki bölümüyle Apple TV’de yayınlandı. Gilligan’ın yirmi yılı aşkın süredir işlediği suç, ahlak ve insan doğası temaları bu kez yerini bilimkurgusal bir “kolektif zihin” distopyasına bırakmış. Dizinin detaylarına girmeden önce, “Pluribus” ne demek, bir ona bakalım.

“Pluribus” Latince “çokluk” demek; yani bir arada var olan farklılıklar. Vince Gilligan bu kelimeyi dizide tersyüz etmiş tabii. İnsanlığın tek bir organizma gibi davrandığı, bireyselliğin yok olduğu bir dünya kurmuş.

Kulağa nasıl geliyor? “Neler olmuş, görelim.” derseniz, şöyle en başından başlayalım.

Pluribus: Ön İnceleme: Herkes Bir, Ben Öteki

Pluribus: Ön İnceleme: Herkes Bir, Ben Öteki


Dizi, laboratuvar ortamında yapılan gizemli bir deneyle açılıyor: hayvanlar üzerinde test edilen bir nörolojik “bağlantı” protokolü. Ana karakterimizle burada tanışıyoruz: Rhea Seehorn’un canlandırdığı yazar Carol Sturka. Carol, aşk romanları yazan ama yazdıklarından nefret eden bir kadın. Winds of Wycaro adındaki popüler kitap serisiyle zengin olmuş, fakat artık kendi kelimelerinin bile anlamını duyamıyor. Tam da bu yarı ölü ruh hâlindeyken, dünya bir anda değişiyor.

İlk bölümün ortasında kimsenin fark etmediği bir salgın başlıyor. Bu bir virüs değil, bir tür bilişsel bulaşma: insanlar aynı anda aynı şeyi hissetmeye başlıyor. Korkunç bir uyum hâli. Herkes aynı ritimde konuşuyor, aynı tonda bakıyor. Sanki dünyaya görünmez bir “biz ol” sinyali gönderilmiş. Carol dışında herkes, kolektif bir bilincin parçasına dönüşüyor; yani bir tür zombileşme.

Ortalıkta çığlık atan kalabalıklar, yanan şehirler yok. Tehlike sessiz, neredeyse kibar. İnsanlar huzurlu ama ölü. Carol hariç. Carol’un bağışıklığı, onu hem özgür hem yalnız kılıyor. Herkes “bir” olmuşken o hâlâ “öteki.”

Bu bölümde Carol’un üzerindeki sarı deri ceket, minik bir Kill Bill göndermesi mi yoksa tesadüf mü bilemiyorum; ama eğer öyleyse, özellikle eline golf sopası aldığı an o histen çıkamadım ve bu beni heyecanlandırdı. 🙂 Bir şekilde karakteri daha hızlı tanımış gibi hissettim.

Pluribus: Ön İnceleme: Herkes Bir, Ben Öteki

Pluribus: Ön İnceleme: Herkes Bir, Ben Öteki


İkinci bölümle birlikte Carol’un paranoyası yerini içsel bir meraka bırakıyor: Neden o etkilenmedi? Neden diğerleri “biz” olurken o hâlâ “ben” kaldı? Bu sorularla birlikte hikâyeye Zosia (Karolina Wydra) giriyor; Carol’a yardım etmeye çalışan gizemli bir yabancı. İki kadının arasındaki dinamik, dostlukla güvensizlik arasında gidip geliyor. Zosia’nın dokunuşu fazla şefkatli, ilgisi fazla kararlı. Gilligan burada klasik “yardımcı karakter” klişesini bile tehdit hâline getirmiş.

Teknik olarak dizi mükemmel. Görüntü yönetmeni Marshall Adams, Better Call Saul’un o şiirsel sadeliğini burada daha deneysel bir biçimde yeniden yaratmış. Bir sahnede Carol arabayla sessiz sokaklardan geçerken herkesin aynı anda başını çevirdiği o an var ya, tam anlamıyla bir sinema anı. Adams ve Gilligan’ın birlikte kurduğu bu atmosfer, insanlığın “fazla düzgün” hâlinin rahatsız edici olduğunu her anlamda hissettirmiş.

Müzik tarafında Dave Porter yine harikalar yaratıyor. O meşhur Breaking Bad bas tonları burada daha dijital, daha yankılı. Porter bu kez korkuyu gerilimden değil, sessizlikten inşa ediyor. Bir sahnede Carol televizyon izlerken fark ediyorsunuz: haber spikerleri aynı ritimde konuşuyor. Kulağa neredeyse melodik geliyor. İnsanlığın sonu, bir senfoni gibi. 🙂

Pluribus: Ön İnceleme: Herkes Bir, Ben Öteki

Pluribus: Ön İnceleme: Herkes Bir, Ben Öteki


İlk iki bölümün sonunda Pluribus’un ne olduğu tam olarak anlaşılmıyor ama konuyu merak ettirecek kadar da ağzınıza bal çalıyor. 🙂 Bir şeylerin çok yanlış gittiğini biliyoruz ama ne olduğunu çözmek zaman alacak gibi. Gilligan yine sabır istiyor. Her plan uzun, her diyalog ölçülü, her sessizlik dolu…

Pluribus bence çağımızın en büyük korkusunu anlatıyor: herkesin aynı anda, aynı şeyi hissettiği bir dünya. Yani bireyselliğin sonu. Carol’un direnişi, aslında hepimizin içindeki o küçük “ben”in son çığlığı gibi.

Breaking Bad hayranı olarak söyleyebilirim ki Gilligan yine beni yakaladı. Sadece hikâyeyle değil, o tanıdık duyguyla: “Bir şey fena hâlde yanlış ama kimse farkında değil.” Pluribus tam olarak o his. Ve bence Gilligan’ın en sessiz ama en keskin işlerinden biri olmaya aday.

Pluribus: Ön İnceleme: Herkes Bir, Ben Öteki

Bunlar da ilginizi çekebilir

1 Yorum:

Bülent 10/11/2025 - 02:47

Bir birini benzeyen degıl farklı türdeki ortaklastıgı bir dünya drvin en güçlü olan tür ve engüçlünün Dogada kalacagını savunur oysa kroptin yürlerin bir birlerıyle ortak yasaya bilenlerin zor sartlarda hayatda kalabılecegını

Yanıtla

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...