Jay Kelly: Şöhretin Bedellerini Ödeyen Bir Hollywood Yıldızının Benliğiyle Savaşı
Ünlü yönetmen Noah Baumbach’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve oyuncu kadrosunda George Clooney, Adam Sandler, Laura Dern ve Billy Crudup gibi yıldız isimlerin yer aldığı dram-komedi türündeki Jay Kelly, prömiyerini 82. Venedik Film Festivali’nde gerçekleştirdikten sonra Netflix’te izleyiciyle buluştu.
Yapım, George Clooney’nin hayat verdiği ve ünlü bir Hollywood yıldızı olan Jay Kelly’nin büyük popülaritesinin ardında kişisel ve ailevi hesaplaşmalarını, kimlik arayışını, benliğini irdeleyişini konu ediniyor. Filmin açılışında ekranda beliren, ünlü yazar Sylvia Plath’ten bir alıntıda aynen şu sözleri görüyoruz: “Kendin olmak muazzam bir sorumluluktur. Başkası olmak hatta hiç kimse olmamaksa çok daha kolaydır.” Bu sözler esasen filmin dayanak noktasını oluşturuyor. Baumbach’ın önceki filmlerinden de aşina olduğumuz, bireylerin kimlik bunalımlarını ve aile ilişkilerini referans alan bir hikayeyle karşı karşıya kalıyoruz. Jay Kelly’de Jay de bu anlamda, benliğiyle mücadele eden, geçmişiyle yüzleşen ve kapana kısılmış bir karakter. Kendini arama, aile, şöhretin ve başarının kişiyi yalnızlığa sürükleyişi, güç arzusu, kuşak çatışması gibi birçok tema Baumbach’ın kendine özgü sanatsal stiliyle birleşiyor. Baumbach’ın tarzında genel olarak karakter odaklı bir yapı olduğunu ve olay örgüsüne sırtını pek dayamayan bir anlatım olduğunu söylemek mümkün. Merkezine karakter çözümlemelerini alıp bunu güçlü ama minimal bir duygusal tonla aktarıp karşısına mizahı başarılı şekilde oturtan Baumbach bu kez pek çok açıdan sınıfta kalmışa benziyor. Klişe bir hikayeyi oldukça yüzeysel bir şekilde işliyor ve bu sıradan hikayeye yeni bir şey katmaktan uzak kalıyor. İşlediği temalar her ne kadar çetrefilli olmasa da anlatım dilini güçlü kullanarak dokunaklı filmler yaratan böylesi bir yönetmenin, bu filmde hiçbir kalıbın dışına çıkmadan, risk almadan, yeni ve orijinal bir söylemde bulunmadan ve üstüne üstlük karakterlerini de derin bir biçimde işleyemeden bir hikaye sunduğunu görüyoruz.
Film, bir film setinde oradan oraya koşturan çalışanların olduğu ve Hollywood’un en popüler isimlerinden biri olan Jay Kelly’nin bir karakteri canlandırmasıyla başlıyor. Hem geçmişiyle hem de özel hayatıyla hesaplaşan, geçmişindeki hatalı seçimlerin altında ezilen, pişmanlıklar duyan global bir yıldızın hislerini anlamaya çalışıyoruz. Jay her ne kadar harika bir şöhretin sahibi olsa da kendini gerçek bir hayat yaşamıyormuş gibi hissediyor. Hayatı film setlerinde, reklam çalışmalarında geçen biri olduğu için ailesiyle, kızlarıyla, sevdiği insanlarla doyasıya bir hayat yaşayamamış ve güzel anılar biriktirememiş bir karakter. Hikaye bu anlamda ışıltılı bir ünün gerisindeki derin yalnızlığı, içsel yargılamaları, pişmanlıkları aktarıyor. Bu büyük kariyeri seçmenin ağır bir bedeli olarak ihmal edilen ailevi bağları, dostlukları görüyoruz. Aynı zamanda hayatta alınan önemli kararların ve seçimlerin, insanların hayatını kökünden nasıl şekillendirdiği ifade ediliyor. Film, başarı, popülarite, güç gibi statülerin esasen insanın manevi yapısında hiç de tatminkar etkiler bırakmadığını, aksine kişinin benliğinde ve ilişkilerinde derin boşluklar yarattığını merkezine alıyor. Jay de bu yüzden bütün hayatının filmlerden ibaret olduğunu ve elle tutulabilir gerçek şeylere sahip olamadığını görüyor. Hayatının kontrolünün kendi elinde olmadığını, sahip olduğu şöhreti her zaman diri tutmak için mücadele etmek zorunda kaldığını anlıyor. Filmdeki ilk kırılma noktası, Jay’in mentoru sayılabilecek bir dostunun, bir yönetmenin ölümü olarak ortaya çıkıyor. Bu ölüm Jay bakımından bir içsel sorgulamaya sebep oluyor ve geçmişteki kararlarıyla yüzleşmesi gerekiyor. Jay de yaşı ilerlemiş bir aktör olduğundan ölüm kavramı onun için giderek önem kazanıyor. Ölüm yaklaştıkça başarı ve güç gibi kavramlar soyutlaşıyor ve değerini giderek kaybediyor. Daha çok sevgi ve geçmişteki güzel hatıralar anlam kazanıyor. Bir kimlik bunalımıyla cebelleşen Jay, oyunculuk yapmayı bırakmayı düşünüyor ancak hem ego ve şöhret bağımlılığı gibi içsel etkenler hem de Hollywood’un karanlık girdabı buna o kadar kolay izin verecek gibi durmuyor. Filmde bir anlamda bir show-business eleştirisi görmek de mümkün. Popüler ve güçlü imajların yapay şeyler olduğu ve bunun altında insanın aslında oldukça kırılgan bir canlı olduğu ifade ediliyor.
Jay Kelly: Şöhretin Bedellerini Ödeyen Bir Hollywood Yıldızının Benliğiyle Savaşı
Adam Sandler’ın canlandırdığı Ron karakteri ise bir anlamda Jay’in karakterine karşı bir zıtlık anlamı barındırıyor. Ron, Laura Dern’ün hayat verdiği Liz karakteriyle beraber, Jay’in tüm kariyerini baştan sona yönetmiş, bu şöhretin yolculuğunun tüm kilometre taşlarında aynı gemide yer alan kişiler. Ancak Ron ise, bu kariyeri bir menajer olarak idare ederken her ne kadar zamansal ve mekânsal şartların yarattığı olumsuzluklar olsa da ailesine ilgi ve değer vermeyi başarabilmiş bir karakter. Ron karakteri bu açıdan Jay’in içsel çekişmesini körükleyici bir faktör oluyor. Bir Baumbach filminde görmeye alışık olduğumuz karakter anlatımı endeksli bir anlatıda esasen karakterler arasındaki duygusal ve güçlü dinamizmi bu filmde hissetmek zor. Dolayısıyla da, filmin başından sonuna kadar Jay ve Ron arasında bir kimya tam olarak yakalanamadığı için bu duygusal yapıyı ve kontrastı da sindirmek pek mümkün olmuyor. Bu noktada Billy Crudup’un canlandırdığı Tim karakterine de değinmek gerekiyor. Jay’in ünlü bir oyuncu olmadan önce hayatına girmiş Tim ile Jay, yıllar sonra bir araya geliyor ve geçmişteki olaylar sebebiyle yüzleşiyorlar. İkisi de geçmişte oyuncu seçmelerine girmiş kişiler ve Tim, Jay’i kendi rolünü çaldığını düşünerek suçluyor. Ancak Jay, bunun böyle olmadığını düşünse de aralarındaki tartışma bir kavgaya dönüşüyor. Sonrasında Jay için bu durum giderek dallanıp budaklanıyor ve içsel kırılımında önemli bir yer ediniyor.
Jay, menajeri Ron ve ekibiyle birlikte bir Avrupa yolculuğuna çıkmaya hazırlanıyor. Bunun sebebi ise aslında arkadaşlarıyla tatile çıkmak isteyen Jay’in kızı Daisy’i takip etmek isteyen Jay’den kaynaklanıyor. Bu yolculuk içsel ve psikolojik bir yolculuk niteliği taşıyor. Jay’in kendisiyle yüzleşmesi, hatalarını ve pişmanlıklarını irdeleyeceği ve en sonunda kendi kimliğini bulabileceği bir yolculuk. Hayatı boyunca kızlarına, ailesine zaman ayıramadığı için kızından uzak kalmamak adına böyle bir plana girişiyor. Bu yolculukta Jay, ünlü olmayan sıradan insanlarla aynı trene biniyor, bir ünlünün içine girmeyeceği durumlara giriyor. Esasen bir bakıma halka karışıyor. Bu durumlar da Jay’in içsel yolculuğunda önemli etkiler bırakıyor. İnsanları görmeden, onlara dokunmadan nasıl onları oynayabilirim ki diye düşünüyor. Adım adım gerçek bir insan gibi hissetmeye başlıyor. Ron ve Jay’in ekibindeki diğer kişiler ise, Jay’in imajını kurtarmak için yalanlara başvurarak bunların hepsinin bir film için çalışmalar olduğunu anlatarak durumu gizlemeye çalışıyorlar. Hikaye bu şekilde ilerlerken Baumbach, komedi unsurlarına da dayanmak istiyor. Baumbach filmlerinde sık görülen dram ve komedi birlikteliğinin bu filmde başarılı bir etkileşim oluşturduğunu ne yazık ki söyleyemiyoruz. Duygusal tonun altında bu mizahi yön, ifade olarak oldukça yetersiz kalıyor, hiçbir etki yaratamıyor. Bunların dışında filmdeki en büyük problemlerden biri de kurgunun parçalı ve düzensiz olması. Hikaye, akışta yer yer tekrarlara düşüyor. Jay, kızının peşinden sürüklendiği serüvende birden diğer kızı Jessica ile arasındaki kopuk, sevgiden uzak zayıf bağının anlatımına atlanıyor. Ron ile olan arkadaşlık ilişkilerinin gerilmesi hikayesi de bir anda ortaya çıkıyor. Bütün bu hikayeler son derece özensiz bir kurgunun kurbanı oluyor. Oldukça klişe bir hikayenin, bu sıradanlığı yumuşatması adına en azından farklı bir söylem getirmesini beklerken bu olmadığı gibi, başarısız kurgusuyla da negatif bir çizgiye ilerliyor film. Baumbach filmlerindeki diyalog gücünden ve derinliğinden de söz etmek ne yazık ki mümkün olmuyor. Diyalog yönünden bu zayıflık da bu sebeple ritmi sekteye uğratıyor ve filmdeki tempo yavaş bir hızda seyrediyor.
Jay Kelly: Şöhretin Bedellerini Ödeyen Bir Hollywood Yıldızının Benliğiyle Savaşı
Film, Jay’in kızı Daisy’nin peşinden gitme serüveni, bir kimlik bulma süreci bağlamında yaratıcı bir malzeme olmaktan uzak görünüyor. Bu anlamda hikayeyi ilerleten bu malzemenin anlatılmak istenenleri ifade etmek açısından son derece yavan kaldığını söylemek yanlış olmaz. Film devam ederken, Jay sevdiklerini bir şekilde yanına toplayıp onların Toscana’da ödül alacağı törene katılmaları için uğraşıyor. Ancak hem kızlarıyla hem de babasıyla olan zayıf aile bağlarının ve bunların yarattığı duygusal çatışmaların neticesinde planlarını gerçekleştirmesi gittikçe zorlaşıyor. Jay’in artık tüm amacı, ailesiyle, sevdiği insanlarla, arkadaşlarıyla olan bağlarını kuvvetlendirmek. Bu noktada geçmişte alınan kararların hayattaki belirleyici gücü vurgulanmak isteniyor. Gelecekte pişman olmayacak şekilde kararlar almanın önemine değiniliyor. Bunlara ek olarak Jay’in hayatında aldığı kararların yalnızca onun kariyerini şekillendirmediğini, etrafındaki herkesin de hayatını temelinden değiştirdiğini gözlemliyoruz. Ron ve Liz’in tüm hayatlarının Jay’in kariyerine endekslenmesinde görüldüğü gibi. Bu zincirleme etkiyi film başarıyla hissettirmeyi başarıyor. Zaman ilerledikçe Jay için oyunculuk ve şöhret giderek önemini yitiriyor.
İlerleyen süreçte, Toscana’da Jay babasıyla da bir araya geliyor. Her ne kadar aralarında sevgi olsa da bunun ifade edilişindeki eksikleri gözlemliyoruz. Burada Jay’in kendi babasından gördükleri ve kendi çocuklarına aktardıkları arasında bir bağlantı da kuruluyor. Film bu açıdan bir kuşak çatışması analizi de yapıyor ve bunu aktarmak konusunda başarılı olduğunu söylememiz mümkün. Modern aile ve ilişkileri temalarını Baumbach’ın genel olarak işlemeyi sevdiğini bu filmde de görüyoruz. Baumbach, duygusal yoğunluğu baskın olan bu filmde müziği de çok fazla öne çıkarmadan daha yalın, yumuşak bir dil yaratmayı planlıyor. Dolayısıyla hikayeyi bir duygu sömürüsü olmaktan kurtararak, daha izlenimci bir karakter okuması gerçekleştiriyor. Bunun dışında görsel açıdan sade bir kompozisyon oluşturulduğunu da ifade etmek mümkün. Abartısız, gösterişten uzak bu görsel dilin bu sebeple, odaklanılmak istenilen noktalara ilk elden izleyiciyi ulaştırdığını görüyoruz. Bu noktaların film adına pozitif olduğunu söyleyebiliriz.
Jay Kelly: Şöhretin Bedellerini Ödeyen Bir Hollywood Yıldızının Benliğiyle Savaşı
Film finale doğru giderken, Jay tüm ilişkilerinde ciddi problemler yaşamaya devam ediyor. Giderek yalnızlaşıyor, duygusal olarak dibi görmüş durumda kalıyor. Ron’la olan arkadaşlık dinamiği hikayede merkeze kaymaya başlıyor. Öncesinde her ne kadar egoları çarpışmış olsa da her şeyi birlikte başardıkları sonucuna da ulaşıyorlar. Buradaki bir sorun da yine, hikaye nereye odaklandığını anlatmakta bocaladığı için bir anda bu ikilinin ilişkisinin temele yerleşerek izleyicide bir olmamışlık hissi yaratmasında yatıyor. Öte yandan bu ikilinin ilişkisi çok samimi ve organik şekilde işlenmediği için de istenilen duygusal yoğunluğa ulaşılamıyor. Filmde bununla bağlantılı olarak oyuncu performanslarının da kalıpların dışına çıkamadığını söyleyebiliriz. Filmdeki eksikliklerin ve zayıflıkların birbirini pek çok açıdan körüklediğini bu sebeple görmek mümkün.
Finalde Jay Kelly, izleyiciye gerçek hayatın sinemadaki gibi olmadığını vurgulamak istiyor. Film setlerinde sahneler tekrar tekrar çekilip düzenlenebilirken gerçek hayat insana bu fırsatı tanımıyor. İnsanın sevdikleriyle olan anıları sadece bir kere yaşanabiliyor ve bunları baştan bir kere daha tatmak mümkün olmuyor. Jay Kelly, bir global yıldızın dışarıdan görünen parıltılı hayatının ardındaki derin yalnızlıkları, harcanarak yitip giden zamanları, kurulamamış sevgi bağlarını bir kimlik arayışı çerçevesinde aktarmak istiyor. Şöhretin, gücün ve başarının manevi değerlerin yerini tutamadığı ifade ediliyor. Aynı zamanda bu aldatmacalı hayatta, Hollywood’un barındırdığı sahtelikleri de izleyiciye sunmak istiyor. İzleyiciye bu düşünme alanını sunması ve bunları tartışmaya açması her ne kadar zayıf bir anlatım diliyle ve kurguyla, derinleşemeyen karakterlerle ve bunların ilişkileriyle sunulsa da değerli. Baumbach bu filmde, yine kendi sanatsal çizgisinde klasikleşmiş meseleleri konu ediniyor ancak bu kez önceki filmlerine nazaran daha sığ ve özgünleşememiş bir hikaye anlatıcılığıyla izleyicinin karşısında. Tüm artıları ve eksileriyle değerlendirildiğinde Baumbach’ın filmografisi bakımından Jay Kelly vasat bir noktaya konumlanıyor.