House of Guinness: Dublin’in Karanlık Sokaklarında Bir Aile İmparatorluğu
Netflix’in 25 Eylül 2025’te yayınladığı House of Guinness, ünlü İngiliz senarist Steven Knight’ın imzasını taşıyor. Peaky Blinders ile televizyon dünyasında güçlü bir yer edinen Knight, bu kez rotasını 19. yüzyıl Dublin’ine çeviriyor. Başrollerde Anthony Boyle, Louis Partridge, Emily Fairn ve Fionn O’Shea yer alırken dizinin yan karakterlerinde James Norton, Danielle Galligan ve Game of Thrones’tan tanıdığımız Jack Gleeson ile Michael McElhatton gibi dikkat çekici isimler de var. Sekiz bölümlük ilk sezonuyla Netflix’te izleyici karşısına çıkan yapım, Guinness ailesinin ikonik bira imparatorluğunu kurarken yaşadıkları entrikaları, ihanetleri ve politik baskıları anlatıyor.
Dizi, Guinness ailesinin babalarının ölümünden sonra dört kardeşin kader birliği yapmak zorunda kalışıyla başlıyor. Arthur (Anthony Boyle) ve Edward (Louis Partridge), mirası devralan iki kardeş olarak dizinin merkezinde konumlanıyor. Aile işini ayakta tutmaya çalışırken siyasi gerilim, dini ayrılıklar ve bağımsızlık mücadelesiyle sarsılan Dublin, karakterlerin her kararını daha da kritik hale getiriyor. Anne (Emily Fairn) ailesinin hayırseverlik çalışmalarını sürdürürken Benjamin (Fionn O’Shea) işin farklı taraflarında kendi yolunu arıyor. Aile içi kavgalar, romantik ilişkiler ve dışarıdan gelen tehditler birleştiğinde dizi adeta hem bir tarihi drama hem de bir aile içi güç savaşına dönüşüyor.
Steven Knight’ın kalemi kendini hemen belli ediyor. House of Guinness, Peaky Blinders’a benzer şekilde stilize edilmiş şiddet, karizmatik karakterler ve hızlı kurgu üzerine inşa edilmiş. Ancak bu kez mafya yerine bir bira imparatorluğunu görüyoruz. Hikâyenin tarihsel doğruluğu tartışmalı olsa da dizinin asıl gücü tarih kitaplarına sadakatten değil, yaratılan dramatik atmosferden geliyor.
Oyunculuk performanslarına baktığımızda Anthony Boyle özellikle Arthur karakterinde ilk bölümlerde biraz zayıf kalsa da ilerleyen bölümlerde rolüne iyice oturuyor. Louis Partridge’in Edward’ı ise hem soğukkanlı hem de çatışmacı yapısıyla dikkat çekici bir karşıtlık yaratıyor. Emily Fairn’in Anne performansı dizinin daha dramatik ve toplumsal yönünü taşıyor; Fionn O’Shea ise kardeşler arasında en hafif görünen ama dramatik olarak tamamlayıcı bir rol üstleniyor. Yan karakterlerde özellikle Danielle Galligan’ın Lady Olivia Hedges yorumu dizinin en enerjik anlarını sunuyor. Jack Gleeson ise Game of Thrones’taki Joffrey’den çok daha farklı ama yine rahatsız edici bir karakter portresi çiziyor.
Görsel tasarım ve sanat yönetimi dizinin en güçlü yanlarından biri. 1860’ların Dublin’ini yeniden yaratırken kullanılan set tasarımları, ışık oyunları ve kostümler izleyiciyi doğrudan dönemin kasvetli havasına taşıyor. Özellikle fabrikaların karanlık atmosferi ile gösterişli aristokrat salonları arasındaki kontrast, dizinin temel sınıf çatışmasını görsel düzeyde yansıtıyor. Bu noktada VFX kullanımının da başarılı olduğunu söylemek gerek; Dublin’in kalabalık sokakları, tütün dumanı ve endüstriyel manzaralar oldukça gerçekçi hissettiriyor.
Müzik seçimleri ise Steven Knight’ın imzası gibi: dönem müzikleri yerine modern bir yaklaşım benimsenmiş. İrlanda rock’ı, rap ve hip-hop parçalarının dönemin görüntüleriyle birleşimi, Peaky Blinders’ta olduğu gibi çağdaş bir ritim yaratıyor. Bu modern müzik yaklaşımı bazı izleyiciler için tarihi dokuyu bozucu olabilir; ancak diziyi stilize bir drama olarak görmek bu tercihleri daha anlamlı kılıyor.
Senaryo açısından bakıldığında House of Guinness oldukça tahmin edilebilir gelişmelere sahip. Aile içi çatışmalar, yasak aşklar, ihanetler ve politik komplolar daha önce izlediğimiz birçok dramatik yapımda gördüğümüz temalar. Ancak tahmin edilebilirlik, dizinin sürükleyiciliğini çok azaltmıyor çünkü her bölüm güçlü görsellik ve yüksek tempolu kurguyla destekleniyor.
Alt metinlere bakıldığında ise dizi yalnızca bir aile hikâyesi anlatmakla kalmıyor. Aynı zamanda sınıf ayrımları, Katolik-Protestan çatışmaları ve bağımsızlık mücadelesi üzerinden dönemin İrlanda’sına da bir bakış sunuyor. Ancak bu politik zemin daha çok arka plan görevi görüyor; dizinin önceliği yine aile draması ve ilişkiler.
House of Guinness, tarihi doğruluktan ziyade stilize edilmiş bir eğlence arayan izleyiciler için ideal bir yapım. Senaryo sürprizlerle dolu olmasa da güçlü oyunculuklar, etkileyici görsel dünya ve modern müzik seçimleri sayesinde izleyiciyi kendine bağlıyor. Steven Knight, Peaky Blinders’ın gölgesinden tamamen çıkamasa da Guinness ailesinin hikâyesiyle yeni bir dramatik alan açmayı başarıyor.
Kısacası House of Guinness belki tarihsel açıdan tartışmalı ama kesinlikle izlenmeye değer, şık ve sürükleyici bir Netflix yapımı. İkinci sezon onayı alırsa, karakterlerin daha derinleşeceği ve aile içi çatışmaların daha da büyüyeceği bir hikâye görmeyi umabiliriz.