Yeraltı: Her Şeyi Fazlasıyla Anlamak Bir Hastalıktır
Zeki Demirkubuz’un yönettiği başrolünde Engin Günaydın’ın yer aldığı Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar filminden esinlenilerek yapılmış bir bağımsız film. Öncelikle bir Rus edebiyatı klasiğini bizim kültürümüze yedirip ve bu hikâyeyi Ankara’da geçirip, böyle başarılı bir şekilde yerelleştirdiği için Demirkubuz’un hakkını teslim etmek gerekir. İzlerken de fark edeceğiniz gibi bir yerde yine kendi filmi olan Masumiyet filmine de bir selam gönderiyor. Filmdeki oyunculukların hepsi muazzam özellikle Engin Günaydın çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş hatta bu rol için aylar öncesinden depresyona girmiş, depresyondaki biri gibi yaşamış bir süre, bu yüzden sette bile eğlenmemiş hep depresif hallerdeymiş, bu da onun işine verdiği önemi gösteriyor.
Filmin ana karakteri Muharrem’i filmin başında ve daha sonraki planlarda da sırtından ve şehrin kalabalığında köşede kalmış bir şekilde görüyoruz, adeta dev bir şehre kafa tutar bir hali var ki zaten filmin devamında da bu planları destekleyen mücadelesini izliyoruz. Muharrem hem iç çatışmaları hem de dış çatışmaları olan biri. Yani kendiyle bir mücadelesi, varoluş sancıları var aynı zamanda da çevresindekilerle bir derdi var. Muharrem devlet dairesinde çalışan yalnız yaşayan sıradan bir memur. Hiç arkadaşı, derin bağlar kurduğu bir yakını yok. Ara sıra evini temizlemeye gelen apartman görevlisi Türkan (Nihal Yalçın) var sohbet edebildiği hatta onu dinleyen tek kişi. Hayatta takdir edilmemiş çok sevilmemiş kısaca görülmemiş biri Muharrem. Filmin başlarında kucağına dökülen bir külü dikkatle dökmeden alışını uzun uzun izlettiriyor Zeki Demirkubuz bize, alt tarafı bir kül alma sahnesi neden bu kadar izledik dedirtiyor ama bu külü dökmeden alabilmek Muharrem için bir başarı onun hayatı bu kadar küçük işte.
Bir gün Muharrem yalnızlık canına tak edince eski arkadaşlarının yanına gidiyor, yine burada kapıda ‘Kızıl Elma’ yazısını görüyoruz ki bu artık bilinen bir mit. Yasak elma, yani günahın başlangıcı yine bunu göstererek yönetmen bize işlerin iyi gitmeyeceğini söylüyor. Muharrem, eski arkadaşları onu istemediği halde kendini hiç anlaşamadığı arkadaşı (Serhat Tutumluer) için yapılan plana zorla davet ettiriyor. Yemekte birçok saygısızlık görüyor ama ısrarla onlarla kalıyor. Bir akşam gürültü yapan bir dairenin camını patates atarak kırıyor ve o andan sonra yanında bir patates taşımaya başlıyor hatta arkadaşlarıyla buluşmaya bile bu patates ile gidiyor çünkü o artık onun gücünün bir temsili haline geliyor. Filmi izlerken ne kadar gurursuz bu adam diyorsunuz ama aslında film ne kadar yalnız bu adam diyor. O kadar yalnız ki gururunu ayaklar altına alabiliyor nefret ettiği insanlarla birlikte olabiliyor, kötü bir şey bile yaşasa, yeter ki birileriyle bir şey yaşasın insanlar onu görsün istiyor. Dostoyevski kitapta bunu şöyle anlatıyor: Kitaptaki kahramanımız bir subayla çarpışacakken subay onu kollarından kaldırıp kenara koyuyor bir eşya gibi. Buna kahramanımız o kadar içerliyor ki defalarca gidip hesap sormak istiyor, çarpmak istiyor bir türlü cesaret edemiyor hatta takıntı yapıyor yıllarca takip ediyor gittiği yerlere gidiyor. Benimle kavga etsin kötü söz söylesin ama görmezden gelmesin, tek derdi bu en azından kavga etmeye değer biri olabilmek yani Muharrem gibi tek derdi görülebilmek, varolmak iyi ya da kötü, sonra bir gün onunla çarpışıyor ve tamam amacına ulaşmış oluyor subay ona çarptı yani o artık var.
Filmde Muharrem’in yolu bir hayat kadını (Nergis Öztürk) ile kesişiyor onunla ölüm üzerine konuşuyor insanın varoluşundaki en temel kavramdır çünkü ölüm. Hatta sonunda bir fahişe tarafından kabul görüyor. Toplum tarafından dışlanan iki figür. Yeraltının insanları, bunu da bize yönetmen ikilinin sahnelerinde hiç ışık olmamasıyla anlatıyor. Görüyoruz ki ikilinin sahnelerinde hiç ışık yok yeraltında olduğu gibi. Muharrem aslında ana akım sinemasının aksine bir anti kahraman ne tamamen iyi ne de kötü biri, yani gerçek bir insan. Onunla özdeşleşemiyoruz filmin sonunda katarsise ulaşamıyoruz yönetmen de bunu istiyor zaten sorgulamamızı. Biz de sorguluyoruz, aslında gerçek hayatta sevmediğimiz halde yalnız kalmamak için görüşmeye devam ettiğimiz insanlar olduğunu. Görülmek için neler yapabileceğimizi yalnızlığımızı varoluşumuzu. Bütün bunları Muharrem sorguluyor işte insanların ne kadar kötü olduklarını fark ediyor ama yine yalnız kalma korkusu onlarla birlikte olmaya itiyor onu her şeyin bilincinde olmak onun en büyük sorunu. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabında dediği gibi “Her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır.”
Yeraltı: Her Şeyi Fazlasıyla Anlamak Bir Hastalıktır