Stars at Noon: En Karanlık Zamanlarda Aşk
Sevilen yönetmen Claire Denis’in yönettiği ve Denis Johnson’ın aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan The Stars At Noon izleyicisiyle buluştu. Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’ne layık görülen film beklentiyi oldukça yükseltmişti ve izleyicilerin büyük bir çoğunluğunun yorumu hayal kırıklığı yarattığı yönünde. Filmde başroller olan Trish karakterini Margaret Qualley ve Daniel karakterini Joe Alwyn paylaşırken, Benny Safdie CIA ajanı rolünde, Danny Ramirez ise Kosta Rika polisi rolünde ikiliye eşlik ediyor.
Film Nicaragua devrimi sonrası, iki aşığın ülkeden kaçma çabalarını konu ediniyor. Gazetecilik tutkusuyla yanıp tutuşan ve yazdığı yazılardan dolayı başı hükümetle belaya giren Trish, bir otelin barında CIA tarafından yakın takipte olan Daniel’le tanışıyor ve para karşılığı başlayan ilişkileri tutkulu bir aşka evriliyor. Fakat bu geçiş ne kadar iyi yansıtılmış, tartışmaya açık. Öyle ki, aralarındaki tutku, Sofia Coppola’nın Lost In Translation’ı misali çaresizlik ve yalnızlığın yarattığı boşluğu doldurma ihtiyacı şeklinde de yorumlanmaya müsait. Film üzerinde sıklıkla yapılan yorumlardan biri de başkarakterler arasındaki çekimin yetersizliği ve film boyunca oldukça sık karşılaştığımız seks sahneleri. Başkarakterlerin arasındaki kimya konusunda yapılan izleyici yorumları bir yana, seks sahnelerinde nadir ve zor hissedilir olmasına rağmen aralarında bir çekim olduğunu söylemek de doğru olacaktır. Zaten aşkın ve tutkunun en yoğun yansıması yekpare olmak değil midir?
Hikaye diktatör rejime karşı başlatılan Sandinist Devrimi sonrası Nicaragua’sında geçiyor. O dönemlerde dünya basınında da büyük yankı uyandıran ayaklanmanın günümüzde dahi kanlı ayak izleri görülmeye devam etmekte. Kitaptaki atmosferi beyaz perdeye aktarmaya repliklerine kadar özen gösteren Denis, filmin çekimlerini iç karışıklıklardan ötürü Nicaragua yerine Panama’ya taşımış. Bir başka farklı noktası da kitapta isimsiz olan karakterlere isim vermesi olmuş. Bir de Covid-19 salgını var elbette ki. Adeta geçmiş ve günümüzün sentezi gibi film boyunca pandemi etkilerini sık sık görüyoruz. Ülkedeki iç karışıklık yetmezmiş gibi korona günlerinde aşk misali en karanlık zamanlarda filizlenen bir aşk gösterilmek isteniyor desek yeridir.
Filmin en güçlü yanı şüphesiz ki sinematografisi. Başarılarıyla kendini kanıtlamış olan Denis’e sinematografide Into The Wild’dan aşina olduğumuz Eric Gautier eşlik ediyor. Bu konuda çok iyi bir işçilik ortaya konmuş. Bazı sahneler ünlü resamların elinden çıkan bir tabloya bakıyormuş hissi uyandırıyor. Renkler şahane. Mekanlar neredeyse kitaptakiyle birebir. Bir de enfes müzikleri var tabii. Denis, birçok projesinde olduğu gibi burda da işi Tinderstick’e bırakmış. Tinderstick, besteleriyle filmi bambaşka bir yere taşımış.
Claire Denis aynı zamanda genellikle aynı isimlerle çalışmayı sevmesiyle de ünlü bir yönetmenimiz. Stars At Noon’un tam castı belli olmadan önce yine Robert Pattinson’ı göreceğimize dair dedikodular dönmekteydi fakat hedef şaşırtıp yepyeni bir kadro oluşturmuş. İyi ki de öyle yapmış çünkü Maid ve Once Upon A Time In Hollywood yapımlarında görüp sevdiğimiz Margaret Qualley’i Trish rolünde izlemek çok keyif vericiydi. Aralarındaki kimya Pattinson’la daha mı iyi olurdu bilinmez ama farklı yüzler izlemeyi de artık seyirci olarak hakediyorduk.
Claire Denis’in yine hayal kırıklığı yaratmadığını ve sinematik anlamda oldukça başarılı bir iş ortaya koyduğunu söylemek mümkün olsa da kitaptaki metne fazlaca sadık kalınmasının bazı noktalarda filmi bir miktar durağanlaştırdığını söylemek de yerinde bir tespit olacaktır. Yine bu sebepten midir bilinmez ama hikayede bağlanmayan ve havada kalan bazı noktalar da mevcut. Genel olarak izleyici beklentilerinin bir tık altında kalmış olsa da sadece sinematografisi ve müzikleri için bile izlemeye değer bir yapım.
Stars at Noon: En Karanlık Zamanlarda Aşk