Shall We Dance: Arayış İçindeki Ruh
43. İstanbul Film Festivali’nde buluşma imkanı bulduğumuz Shall We Dance, hayatın bitmek bilmeyen karmaşası içinde sıkışan aslında bize çok yakın olan biriyle yüzleştiriyor. Kendimiz. Şöyle bir soru yöneltmiş olsam nasıl cevap verirdiniz: Neye ihtiyacınız olduğunu hiç düşündünüz mü? Kimimiz bu sorunun cevabını çok iyi biliyor. Kimimiz ise henüz içinde yaşadığı dünyanın renklerine hakim olmakta zorlanıyor. Bu filmle birlikte hayatımızda eksik olan her ne varsa önce onu bulmaya ardından bu bilinmezliğin çözümüne doğru yepyeni bir yolculuğa çıkacağız.
Japon yönetmen Masayuki Suo “Shall We Dans “ filminde tabuları yıkmak için kolları sıvamış. Geleneksel kodların üzerimize giydirdiği elbiseleri şimdi çıkarma zamanı. Suo, hikayenin temeline farkında olmadığımız belki de duymak, bilmek veya keşfetmek istemediğimiz içimizdeki sese kulak veriyor. Bir karakterle bağ kurmak izleyici için kolay gibi görünse de içsel bir tını olmadığı müddetçe yavan kalacaktır. Filmin belirli bir duygudan ilerleyişi ile birlikte karakteri tanıdıkça ona hak vereceğimiz yakından tanık olduğumuz duygular barındırıyor. Kimi zaman saf, utangaç ve cesur… Tam olarak evet ben buradayım ve hala yaşıyorum diyen karakter. Hikayenin baş kahramanı: Sugiyama tipik bir baba karakteri. Bir aileye sahip olmak sırtında büyük bir kamburun çıkması demek. Hikaye bağlamında yönetmen bize şunları aktarıyor: baba olmak büyük bir puzzle’ın en nadide parçası gibidir lakin kendini kendinden alı koymak yaşam ile arandaki mesafeye uzak kalmanı sağlar. Hayattan keyif almak için yapılan birçok aktiviteden vazgeçmek, farkındalık yaşamadan belirli standartlarda yaşamına devam etmek bir ailenin başkahramanı olmak için yeterli değil. Yönetmen Suo, başkahraman için eril bir kişiliği tercih etmiş. Baba figürü hapsolduğu genel tanımlara uymak zorunda değil; bunların üzerine çıkarak kırmak, parçalamak ve hatta yok etmenin gerekliliğini bizlere aktarıyor. Öncelikle bir insan olarak sonrada toplum içerisindeki yerine olan saygınlığını kavrayarak bizlerle buluşturuyor.
Filmin, açılış sahnesinde geçen balo salonundaki sıcak ve samimi görüntülerin arasında şunlar söyleniyor: ”Japon kültüründe dans etmek toplum tarafından kabul görülmüyor. Ne eşin ile ne de herhangi bir kadın veya adam ile dans etmek deyim yerindeyse yasaklanmış durumda.” Japonların dansa karşı sert bir tepsi var. Filmin, yapısını oluşturan en temel bağ, elbette Japon toplumunun sert bir şekilde karşı çıktığı “dans etme” eylemi oluyor.
Filmin, giriş bölümünde monoton bir hayat yaşayan 40 yaşlarında Sugiyama ile karşılaşıyoruz. Bitmek bilmeyen günlerden birinde uzak mesafede olan iş yerine gidiş ve gelişlerini izliyoruz. Yönetmen (Suo), olay örgüsünü başlangıç ve gelişme olarak iyi bir noktada başlatıp bitiriyor. Sugiyama, eşi ve bir kız çocuğu ile şehre uzak bir mesafede yeni bir eve taşınıyor. Belirli bir kısma kadar metro ile gidip geri kalan mesafeyi de bisikleti ile tamamlıyor. Eşi kız çocuğuna hamile kaldığında işi bırakmayı tercih ederek ev işlerine ve çocuğunu büyütmeye odaklanıyor. Sugiyama ile eşi arasında sıkı fıkı bir aşk hikayesine tanık olmuyoruz fakat kadın kocasına olan sadakatini dile getiriyor. Sugiyama, sosyolojik olguların insanlara dayattığı kodlara teslim olmuş bir karakterin; evlilik ve kariyer odaklı standart aile yapısını benimsemiş bir tablo çiziliyor.
Shall We Dance, dans sahneleri ile ilgiyi üzerine çekiyor. Senaryonun çekim açılarıyla bütünleştiği birçok anı içinde barındırıyor. Özellikle dans okulunda yapılan provalarda kullanılan hareketli açılar duygu yoğunluğunu arttırıp keşke dans edebilsem denecek türden. Kritik bir sinematografisi bulunmamakla birlikte, radikal açılar yok denecek kadar az. Filmi izlediğinizde şöyle bir duyguya kapıldım diyebilirken, aslında şöyle bir kadraj vardı demek zor olabilir. Metro, yol ve başkahramanımızın yalnız kaldığı her sahnede kamera aktarımı ve renkler duyguların birer parçası niteliğinde. Dans etmenin naif hazlar beslediği duygulara geçişimizi kolaylaştıracak birçok açı izlerken kullanılan kıyafetlerin renk tonları da uyum sağlıyor. Filmde aşina olduğumuz renk tonları hakim; sıcak, samimi bir o kadar da hava da aşk koku var diyebileceğimiz bahar ayları hakim. Kurgu ve hikaye dinamiği birbiri ile doğru orantıda ilerliyor. Dans sahneleri için seçilmiş müzikler, aralardaki geçişlerde kullanılan soundlar yer yer paralel ilerlerken bazı sahnelerde kulağımız başka tonlar duymak için heves ediyor.
Sugiyama, dans okuluna kayıt olduktan sonra büyük bir değişimin kapısını alıyor. Günü gelen çiçek açıyor, güzelleşiyor ve her güne daha da istekli uyanıyor. Sugiyama’nın bu okula başlamasının altındaki en temel sebep genç ve yetenekli bir kadın olan: Mai.
Gidiş dönüş yollarında kullandığı metronun camından her gün merakla o dans okulunun penceresine bakıyor. Ya Mai’yi görüyor ya da içeride kuğu gibi dönüp duran dans eden çiftleri. Mai, Sugiyama’nın yemek teklifini geri çevirirken dans etmeye onun için gelip gelmediğini soruyor ve asla böyle bir şey olmayacağını söylüyor. Sugiyama bu konuşmadan etkilenip kendini geri çekiyor. Ve elbette dansı kendisi için yaptığını önce kendine sonra da dans okulundaki kişilere kabul ettiriyor.
Yaşamın standart telaşından kurtulup, kendi içimize döndüğümüz de aslında nelerin eksik olduğunu fark ediyoruz. Bu farkındalık başlarda zor şekillenecek gibi görünse de etkisinin üzerine gittiğimiz de bütün soru işaretleri kafamızdan silebiliyoruz. İnsanlara dayatılmış kodların dışına çıkmayı başaran 40 yaşındaki Sugiyama, dans sayesinde “daha dinç, enerjik ve mutlu” olduğunu söylüyor. Dans etmek, müziğin ritmine ayak uydurmak, partnerini tanımak kalple yapılan ritüel gibidir. Tanımlayabildiğiniz, anlamaya değer gördüğünüz her şey siz istediğiniz de hayatına akmaya başlar. Tıpkı bu filmdeki gibi. Yaşamın karanlık kısımlarını yıkmaya cesaretiniz varsa bu gün başlayın. Yarın belki de çok geç olabilir.
Sugiyama, ailesinden ve ofisindeki arkadaşlarından dans kursuna gittiğini saklıyor. Film boyunca bunun sebebini tam olarak öğrenemesek de şöyle yorumlamak istiyorum: Güzel olan her şeyi insanlar maf eder. Dans etmenin enerjisi Sugiyama’da günden güne fark ettiriyor. Yenilenmiş, gençleşmiş bir adam oluveriyor. Filmin doruk noktalarından biri de Sugiyama’nın bu dansta heyecanına yenik düşerek partnerine karşı yapmış olduğu bir hata oluyor. Geri dönülmez büyük bir hata olduğunu düşünerek dans etme defterini kapatıyor. Eşi, dans ederken onun ne kadar mutlu olduğuna gözleriyle şahit olmuşken Sugiyama’nın bu halini kabul edemiyor ve onu dans etmesi konusunda destekliyor.
Hiçbir şey tek bir hata ile bitmeyeceği gibi doğru ile da başlamaz. Film boyunca samimi bir dille kaleme alınmış senaryoyu izleyeceksiniz. Kalbinize dansın tüm noktaları yavaş yavaş işleyecek, kendiniz orada o ayakkabılar içerisinde dans etmek için hevesleneceksiniz. Perfect Days filmi ile 2023 yılında Cannes Film Festivali En İyi Erkek Oyuncu ödülünün sahibi olan Koji Yakusho, 1996 yılında seyirci ile buluşan Shall We Dance’da başarılı performansıyla göz kamaştırıyor. Yer aldığı yapımlardaki sempatik tavırları, bizi hikayeye bağlarken onunla bağ kurmamızı da kolaylaştırıyor. Shall We Dance’daki tipik baba figürü pek aşina olmadığımız arayış içinde olma durumu ile karşılaşıyoruz. Geleneksel kodlardan sıyrılmak istemesi, cesareti ve merak uyandırıcı arayışı oyunculuk performansını yumuşak bir dokudan etkiliyor. Sugiyama’yı izlemek tomurcuklanmış bir gülün açmak üzere olduğuna tanık olmak gibi hissettiriyor. Her bir sahneden sonra Sugiyama şimdi hangi duyguyla karşılaşacak ve nasıl deneyimleyecek diye merak etmekten kendimizi alamıyoruz. Mai’nin (Tamiyo Kusakari) naif ve kendinden emin performansı saf duygularımıza karşı yeni bir kapı aralıyor. Soğuk tavırlarının altında yatan alt metinlerini yüzünden okumak zor olsa da gizemini son sahneye kadar taşımayı başarıyor. Mai, film dinamiği için önemli bir noktada yer alıyor. Hikaye bağlamında Sugiyama ile paslaşarak kendi rolünün altındaki tutku ve heyecanını tepe noktaya taşıyor. İki karakterinde arayış macerası izlemeye değer bir atmosfer yaratıyor. Hayatın ritmini değiştirmek istersen bu filmde buluşalım. Filmle Kal!
Shall We Dance: Arayış İçindeki Ruh