Satranç: No:402 (İKSV Özel)
Modern hayatın şaşaalı kimsesizliğinden, dillere pelesenk olmuş asosyallik kavramından sonra gerçek bir yalnızlık, yalnız olma filmidir Satranç. Kitabını defalarca kez okumama rağmen filminden bu kadar etkilenmeyi hiç beklemezdim. Kitapla paralel olmayan çok kısım olsa da yaklaşık 80 sayfalık uzun hikâyeyi, 110 dakika boyunca hiç sıkılamadığınız bir filme uyarlamıştır yönetmen Philip Stölzl. Başrolde de zamanında Hitler’i canlandırmış olan Dark oyuncusu, Alman aktör Oliver Masucci oynamıştır.
Filmin başlangıç sahnesi benim için en gerilim dolu sahnelerden biriydi. Ana karakter Josef’in devamlı sayıklama halinde olması ve 110 dakika boyunca ara ara göreceğimiz yanıp sönen ampul aslında seyirciye film hakkında ileriye dönük bilgiler veren simgeler olmuştur. İlerleyen sahnelerde, dönemden kaynaklı verilen sosyetik davetler ve bu davetlere katılan burjuvazi, filmin gerçekçiliğini arttıran etkenlerden olmuştur. Bu kısımlardan sonra asıl siyasi olaylar devreye girmeye başlamıştır. Avrupa kültürünün nasyonal sosyalist tehlike altında yok oluşuyla beraber kendi benliğini, mesleğini, statüsünü ve saygısını kaybetmiştir Josef karakteri. Noterde avukat olmasından kaynaklı değerli mülklerin çoğu onun hesabına kayıtlıdır ve karşı tarafın istediği tek şey de bu şifrelerdir. Biricik aşkı Anna’ya veda ettikten sonra yakalanmıştır Josef, tek kişilik otel odasına kapatılmış ve böylelikle satranç oyununu tam anlamıyla başlatmıştır. Günde bir sefer bir tas çorba getiren görevli, Josef’in gördüğü tek canlı olmuştur bir sene boyunca. Yanmayan sigarayı camdan özgür olacağı güne bakarken içmesi beni en çok etkileyen sahnelerden biri olmuştur. İçine çekemediği her dumanda daha da yitirmiştir varoluşunu.
Filmin büyük çoğunluğunda şimdiki zamanla gelecek arasında bir zaman akışı olmuştur. Bu teknik, seyirci için karışıklık olmasından ziyade olayları kafasında daha iyi bağlamasına olanak sunmuştur. İlerleyen sahnelerde Alman memur, Josef’i şifreleri söylemesi için aşağı çağırdığında kaşla göz arası almıştır o her şeyin başlangıcı olan Satranç kitabını ve tutunmuştur hayata yeniden. Yaşam için kalp ritmi atmaya başlamış, insanoğlunun en büyük nimeti olan yaratıcılığını konuşturmuştur hiçbir şeyi olmayan bir otel odasında. Ekmek içlerinden satranç taşı, banyo fayanslarından mat yapmıştır kendine. Her hamleyi denemiş, her oyunu oynamıştır. Bu kısımlarda da hep Queen’s Gambit dizisi aklıma gelmiştir bir seyirci olarak. Beth’in devamlı zihninden satranç oynadığı kısımlar, filmde Josef tarafından oynanmıştır. Ve tabii ki beklenen son olarak Josef artık psikolojik olarak stabilliğini kaybetmiş ve devamlı halüsinasyon görmeye başlamıştır. Yine o Alman memur, bir süre sonra şifreler için otel odasına çıkmıştır ve arkada klasik müzik çalarken Josef’in intihar etmeye çalıştığı küvette onu boğarak ölüme itmeye kalkmıştır. Bu sırada da arka planda çalan klasik müzik Anna ve Josef sevişirken çalan bir parça olduğu için Josef, yaşadığı bu 2 anı zihninde karıştırmış ve halüsinasyon olarak görmeye başlamıştır. Bu da benim en etkilendiğim sahne olmuştur. Sonrasında “Ben izin vermeden ölemezsin.” diyerek çekmiştir Josef’i sudan Alman polisi. Otorite ve baskı kavramlarını kendi benliğinden hiç eksik etmeyen memur, bulmuştur ekmek içinden yapılmış satranç taşlarını ve ezmiştir Josef’in hıçkırık seslerinin önünde.
Filmin gemi sahneleri benim için en boğucu ve zorlu geçen sahneleriydi sanırım. Bir anda ortalığı kasıp kavuran rüzgâr, denizin durmak bilmeyen dalgaları, yağmurun şiddetiyle cama vurup ölen martı ve daha nicesi… Yaklaşık bir sene boyunca okumuş olmasına rağmen gerçek bir satranç taşına dokunmamış olan Josef, özgürlüğün ülkesi Amerika’ya giderken dünya şampiyonunu yenmiştir satrançta. Fakat bu onun için bir sevinç bahanesi değildir ne yazık ki çünkü bir senelik işkencesine şahitlik eden otelin oda numarasıyla gemide kaldığı otel numarası aynı, 402’dir. Kendini içeri kilitlemiş olmasına rağmen haykırmıştır, özgürlük diye.
Yalnızlık kavramının derinlerinde boğulan Josef karakteri, film boyunca savaşmıştır içindeki öteki o ile, oynamıştır satrancını yine o benliğiyle. Yalnızlığıyla yalnız kalmıştır aslında. Ülkesinde, aşk hayatında, iş hayatında, her yerde yalnızdır o. Savaş psikolojisinin en iyi uyarlamalarından biri olmuştur bu film benim için. Her detayı seyirciyi ayrı düşündürmüş, 110 dakikayı tek nefeste izlemesine sebep olmuştur adeta. Müzik seçimleri, okunan şiirler, dönem kıyafetleri, hatta karakterlerin seçimi bile o kadar iyi ve doğru olmuş ki ben bu filmi bir kere daha izlerim dedim filmin sonunda. Normalde kitaptan uyarlama filmlerden hoşlanmama rağmen bu film benim için 10 üzerinden 10’du. Sevgiyle herkese öneriyorum.
Sanatla kalın.
Satranç: No:402 (İKSV Özel)