Ripley: Acınası Zalim
Şimdiye kadar yazılmış en büyük gerilim filmlerinden biri olarak kabul edilen Patricia Highsmith’in 1955 tarihli polisiye romanı “Yetenekli Bay Ripley”, Matt Damon ve Jude Law’un başrol oynadığı Anthony Minghella’nın beğenilen 1999 versiyonu da dahil olmak üzere çok sayıda film uyarlamasına yol açtı. Filmin başarısıyla birlikte yayın dönemine uygun bir dizi uyarlamasının ortaya çıkması an meselesiydi. Showtime, haklarını Netflix’e sattı ve şimdi “Ripley“, Andrew Scott’ın gizemli kahramanın yerine geçmesiyle yeni bir biçime bürünüyor. “Schindler’s List” ve “The Night Of” eserlerindeki çalışmalarıyla tanınan ödüllü yazar-yönetmen Steven Zaillian, bu psikolojik gerilime benzersiz bir dokunuş katıyor. Rahatsız edici ve çarpık olan “Ripley”in bu yinelemesi, karanlığın daha da derinlerine iniyor ve sadece büyüleyici olmaktan ziyade zorlayıcı ve rahatsız edici bir gösteri yaratıyor.
Görsel açıdan büyüleyici “Ripley” dizisinin açılış sahnesi, 1961 Roma’sında cansız bir bedeni büyük bir mermer merdivenden zahmetli bir şekilde aşağıya çeken bir adamın görüntüsünü yakalıyor. Ancak hikâyenin başladığı yer burası değil. Bunun yerine, altı ay öncesine, New York City’nin kumlu Aşağı Doğu Yakası’na ışınlanıyoruz. Medyadaki modern tasvirin aksine bu mahallede şehrin en sevimsiz bireyleri yaşıyor.
Küçük, fare istilasına uğramış bir dairede, kayropraktik hastalarını aldatarak ve paralarını çalarak geçimini sağlayan küçük çaplı bir suçlu olan Ripley ile tanışıyoruz. Son planı çökmenin eşiğindeyken hayatını değiştirecek bir fırsat beklenmedik bir şekilde kendini gösteriyor. Bir barda sıradan bir akşamın tadını çıkarırken yanlışlıkla onun zengin müşterisinin oğlunun yakın arkadaşı olduğuna inanan özel bir dedektif (Bokeem Woodbine) Tom’a yaklaşır. Kısa bir süre sonra Tom’u, “arkadaşı” Dickie Greenleaf’i (Johnny Flynn) aramaya ve endişeli ailesinin içini rahatlatmak İtalya’ya doğru bir yolculuğa çıktığını görürüz.
Tamamen finanse edilen Avrupa yolculuğunu ve Greenleaf’lerin zenginliğini, hak ettiğine inandığı lüks yaşam tarzına ulaşma fırsatı olarak gören Tom, aldatma, yalan ve hatta cinayetle dolu uğursuz bir yola giriyor. “Ripley” görsel olarak hoş olsa da ilk bölümünde tökezliyor ve anlatım açısından entrikadan da yoksun. Bu uyarlamadaki karakterlerin daha yaşlı olduğu (hem Scott hem de Flynn’in 40’ın üzerinde olduğu) göz önüne alındığında, Greenleaf’lerin yetişkin oğullarının yerini bulma görevini bir yabancıya emanet etmeleri son derece ihtimal dışı görünüyor. Dahası, Tom’un mesafeli tavrı, hilesini başarılı bir şekilde gerçekleştirmek için gereken sevgiyi ve aşinalığı ikna edici bir şekilde aktarma konusunda başarısız oluyor. Deneyimsiz ve vasat bir sanatçı olan Dickie, Tom’u sıcak bir şekilde kucaklamasına rağmen, kız arkadaşı Marge (Dakota Fanning), sevgilisinin yeni gelenle iddia edilen bağlantısından hemen şüpheleniyor.
Tahmini doğrudur aslında. İlk bölüm olan “Bulması Zor Bir Adam”ın sonunda Tom, Dickie’nin lüks hayatını devralmayı planlamaya başlar. Uzlaşması zor olan şey gerçekte Tom’un tamamen kayıtsız bir insan olmasıdır. Karanlık köşelerden çıkış yolunu dikkatlice planlayabilen ve hızlı düşünen biri olması, Tom’un sosyopat kişiliği ile birlikte bir nebze olsun insanlık gösteremeyişi “Ripley”i izlenebilir bir koyu renk haline getiriyor.
Yine de dizi, uzun İtalyan anıtları, kanalları ve mimarisiyle güzel bir sinema eseri. Ancak bölümler çok uzun ve çekimler ölü alanlarla dolu. Adeta Tarkovski’nin Nostalji’sindeki İtalya’dan kesitler izliyor gibi oluyoruz. Tom zamanının çoğunu ya bir sonraki hamlesini planlayarak ya da çeşitli kötülüklerini temizleyerek yalnız başına geçirdiğinden, seyirci zor görevleri yerine getirmek (sahte belgeler çizmek, kanıtları yok etmek) için onunla birlikte olmak zorunda kalıyor. Zorla suça iştirak bu diyebiliriz. Ayrıca Tom zor ve empati gibi becerilere sahip bir karakter olmamasına rağmen Dickie ve Marge de bu konuda pek iyi değiller. Seyirci Tom’un yalanlarını ve saçmalıklarını desteklese de desteklemese de dizinin ana çiftinin derinliği çok az. Dickie sessiz ve alçakgönüllü, dünyada onu koruyan bir fon bulunan adeta naif bir bebek. Tom’un kurbanlarından biri olmaması gerekirken Tom kadar zeki olmayışı onu kurban hâline getiriyor. Bu arada Marge, Tom’u ve sinsi tavrını görmesine rağmen, Dickie tarafından reddedilme düşüncesi ile bunu dile getirip Dickie’ye dayatamıyor. Zaten sonraki karakter gelişimi tam bir hayal kırıklığı.
“Ripley”in bence aksayan hatta tökezleyen kısmı kısmen Tom’un empati ve şefkat eksikliği olan ve sevimliliği bulunmayan bir tipleme olmasından kaynaklı. Bu dizide Minghella’nın filmlerindeki homoerotizm yok; bu da hayal kırıklığı yaratıyor çünkü Scott’ın diğer filmlerinde canlandırdığı karakterlerin ruhu adeta eserlerinde kameranın çok dışına fırlıyor.
Highsmith, ilk romanı “Ripley”e ek olarak Fransa ve Almanya’daki dolandırıcılık planları hakkında dört dizi roman daha yazmış. Tom yani Scott fiziki hâli gereği yaşlandıkça ve deneyim kazandıkça buraya doğru evrilebilir ve insanlarla başa çıkma şekli bu hikayelerden daha fazlası olabilirdi. Ayrıca Tom’un kendisini büyüten teyzesi hakkında nefretle konuştuğu göz önüne alındığında, çocukluğuna dair bir geri dönüş daha güçlü bir hikâye yaratabilir ve karaktere çok önemli bir boyut kazandırabilirdi.
Sonuç olarak, “Ripley” kötü şöhretli dolandırıcıya yeni veya ilginç bir bakış açısı sunamıyor. Önceki projeler, izleyiciler Tom’un kötü tiplemesine aşık olduğu için daha davetkar bir deneyim sunuyordu. Dizideki sekiz bölümde Tom güçlü bir dönüşüm geçirmeden, sinik bir tip olarak hikâyeyi sonlandırıyor. Gıcık, soğuk ve bir o kadar da iğreti bir dolandırıcı Tom’a gülümsemesini tavsiye ediyorum.
Ripley: Acınası Zalim
3 Yorumlar
Offf yine harika bir yazı. Seni nereden tanıdım da müptela oldum.
hahahahha hepimizi hastası etti. bloga da geri dönse keşke :((((
görür görmez koştum geldim. spoiler falan umurumda değil, neler döktürceksin bakalım