Not Quite My Tempo – Olaylar Olaylar (Bölüm 1)
“Whiplash” filminden tanıdığımız bu replik ile başlamak istedim. Çünkü bazı filmler ne yazık ki benim istediğim hatta çoğu izleyicinin arzu ettiği tempoya ulaşamadığı için izlenmiyor, izlenemiyor. Senaryosu ne kadar güçlü de olsa “tempometrede” 100 üzerinden 40’ı geçemeyen bir film, izleyiciye ulaşma konusunda sıkıntılar yaşıyor. Bu tamamen benim subjektif düşüncem. Gelin bahsettiğim şu tempo neymiş hepinize anlatayım.
Bahsettiğim kavramın belki de literatürde ismi farklıdır. Ben buna tempo demeyi tercih ediyorum. Benim düşüncemde temponun kısaca tanımı şu: Bir filmdeki olayların, sesin ve görüntünün ritmik bir şekilde dalgalanması. Temponun yüksek tutulması için bu unsurların dalgalanması gerekiyor. Sıkıcı tanımı boş verip örnek vermeye hemen geçeyim. Temposu yüksek filmlere örnek olarak klasik bir şekilde “Marvel” filmlerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Gişe başarısının muhtemel sebeplerinden birisi de budur. Şahsen nefret ettiğim serinin filmleri; olaylar, ses ve görüntü üçlüsünün üçünü de sonuna kadar kullanıp tempoyu arşa kadar çıkarıyor. “Vurdulu kırdılı” diye tabir edilen sahneler, tempoyu arttırmaya çok müsait olduğundan ve hepimiz tempoyu daha çok bu filmlerden gördüğümüzden mütevellit, sadece ve sadece bu tarz filmlerin tempolu olabileceğini düşünüyoruz. Bu büyük bir yanılgıdan başka bir şey değildir oysaki. En popüler biçimin şu an itibariyle bu olduğunu kabul ediyorum lakin size biçimi bu şekilde olmayan ve temposunun çok yüksek olduğu örnekler rahatlıkla verebilirim. “Whiplash” ve “Uncut Gems” buna en net örneklerdir. Hatta ve hatta “12 Angry Men” ile “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmlerini de listeye dahil etmekten hiç ama hiç kendimi alıkoymam. Bu filmlerin örnek analizlerini beraber yapacağız lakin daha önce yapmamız gereken çok önemli bir iş var. O da şu adını dilimden düşürmediğim “tempo” kavramının altını eşelemek.
Olaylar, Olaylar, Olaylar
Temponun üç ana unsurundan bahsetmiştik. Bu üç ana unsuru ayrı ayrı yazılarda ele almaya karar verdim çünkü hepsini aynı anda okumak bir hayli zahmet verici olabilir. Bu yazımda size filmlerdeki olayların ve olayları değiştirmenin tempoyu nasıl ayarlayabileceğini naçizane bir şekilde anlatmaya çalışacağım.
Temponun yüksek kalabilmesi için olayların tek düze bir halden ayrılması beklenmedik olaylar ile dalgalanması gerekiyor. Mesela bir yolculukta planlananın aksine gelişen olaylar. Buna örnek olarak “1917” filminde her şey yolunda giderken düşen uçak neticesinde her şeyin o an için berbat olması ya da “Green Book” filminde karakterimizin gösteri yapacağı restoranda yemek yenmesine müsaade edilmemesi ve planın dışına çıkılıp spontane bir şekilde devam edilmesi tempoyu artıran net örneklerdendir. Filmler zaten tempoyu çok büyük oranda bu şekilde ayarlıyor. Sanılanın aksine tempoyu ayarlamak sadece ön plandaki karakterimizin başından geçen olayların değişmesiyle de olmuyor. Birçok yöntem mevcut. Hem de düşündüğünüzden daha çok.
Düşünce Deneyi
Büyük dahi Albert Einstein’ın meşhur düşünce deneylerine benzer bir örneklem gerçekleştirmek istiyorum. Karakterimiz yolda tek başına yürüyor olsun. Hiçbir önemi de olmasın bu sahnenin. Sadece ve sadece bir noktadan diğerine geçmek için kullanılan bir ara sahne olduğunu düşünelim. Hatta buradaki sahnede tempoyu ayarlamak için ön plandaki karakterimize hiç dokunmadığımızı, sadece arka plandaki figüran diye nitelendirilen karakterlerin başına gelecek olanlarla ayarladığımızı söyleyecek olsam çok mu ileri gitmiş olurum? Çok basit bir şekilde kadrajın geniş alındığını ve sokağın büyük kısmının gözüktüğünü düşünelim. İlk örneklemde arka planda hiçbir olay olmuyor ve iki üç figüran kendi halinde yürüyorlar. Kendi halindeki karakterimizin yüzüne odaklanılmış bir kamera. Burada temponun unsurlarından ses ve görüntü ikilisi de dalgalanmıyorsa eğer, bu sahnenin tempo açısından çok zayıf kaldığını söyleyebiliriz. Bazı filmlerde karakterin ruh halini yansıtmak için bilerek bu tarz durağan sahneler yapılıyor. Bunlar hem senaryo hem de bütünlük açısından mükemmel oturan sahneler oluyor lakin bu sahneler filmin tamamına yayılınca işte o zaman geniş kitle tarafından izlenmesi çok güç bir film haline geliyor.
Diğer örnekleme geçersek eğer, bu sefer de karakterimize tam odaklanılmamış aksine odağın yayıldığı bir kamera açısı düşünelim. Sırasıyla şu olayların gerçekleştiği bir sahne sizce tempoyu artırmaz mı? “Penceredeki bir kadın çiçeklerini sulamak için camı açıyor ve hemen sonrasında çiçeklerini sulamaya başlıyor. Bir adam köpeğiyle yürürken birden koşmaya başlıyor ve birbiriyle daha önceden iki tanışık adam karşılaştıkları için birbirlerine samimi bir şekilde selam veriyor.” Bahsedilen olaylar çok sıradan ve neredeyse her gün olabilecek olaylar. Rastgele bir sokakta, rastgele bir zamanda bunları tempo artırmak için rahatlıkla kullanabileceğin türden hatta. Ne filmin bütününe bir katkısı var ne de zararı. Sadece izlenme rahatlığı olarak da nitelendirebileceğimiz tempoyu ayarlamak için ufak numaralar olarak karşımıza, biz istersek çıkabiliyor. İşte tempoyu olaylar bakımından ayarlamak bu kadar basit. Hiç de öyle “vurdulu kırdılı” sahnelere gerek yok.
Tarihin En Tempolusu Mu?
Arka kadrajda olan bu basit olayların bile tempoyu ne kadar değiştirebildiğini görmüş olduk. Bu tarz olaylar ne kadar sık yaşanırsa tempo da haliyle o kadar yüksek oluyor. Buna en net örnek olarak benim hayatımda izlediğim en tempolu film olan ve benim “tempometremde” 98 falan almayı başaran “Uncut Gems” verilebilir. Baş karakterimizin yerinde durmadığı, sürekli ama sürekli hem ön planda hem de arka planda olayların devam ettiği bir filmden bahsediyoruz. Hatta bu seviye o kadar yükselmişti ki bir sahnede, evde arkadaşlarımla izlerken bir arkadaşım kendini “yeteeeer” diye bağırmaktan alıkoyamadı. Ne de olsa tarihin en tempolu filmi olma adayından bahsediyoruz. Normal diye düşünüyorum. Kendisine buradan selam olsun.
Olaylar aslında filmin senaryosuna çok bağlı diye düşünmüşüzdür bu zamana kadar. Yönetmene verilen senaryoda gelişen belirli olaylar silsilesinde tempo, tamamen yönetmenin tercihlerine bağlıdır. Olaylar ne kadar çok olursa tempo belirleme kısmında o kadar rahattır yönetmen. Lakin yönetmenin hünerleri her şeyi yapmaya muktedirdir. İsterse çok düşük tempolu isterse inanılmaz tempolu film yapabilir. Ve bunu sadece olaylarla da yapmaz. Bahsettiğim üç ana unsurdan sadece bir tanesiydi olaylar. Görsellik, işitsellik de işin içine girince aslında tempo meselesinin ne kadar komplike bir mesele olduğunu anlayabiliriz. Olayların tempoya ettikleri etkiyi incelediğim yazımın sonuna gelmiş bulunmaktayım. Bu tempo yazımın sadece ilk kısmı. Sizinle büyük bir serüvene çıkmış bulunuyoruz. Bir sonraki kısımda, temponun ana unsurlarından işitsellik yani diyalog ve film müzikleri ile devam ettiğimiz kısımda görüşmek dileğiyle. Sağlıcakla kalın, hoşça kalın.