My Sunny Maad: Bir Yok Oluşun Hikayesi
Genç ve bağımsızlığı elinde olan Çek kadını Herra, Afgan olan Nazir’e aşık olmasıyla birlikte yeni bir hayata başlama kararı alır. Taliban’ın iktidarından sonra Afganistan’daki hayata dair hiçbir bilgisi olmayan Herra, bulunduğu yeni topluma ve aileye adapte olmaya çalışmakta. Nazir’in annesi, babası, kardeşi, 4 yeğeni ve kardeşinin kocasının da bulunduğu kalabalık bir aileyle yaşamaya başlar. Bu yeni hayatın alışık olmadığı ve kabullenemeyeceği kadar zorlayıcı olacağından ise bir haberdir.
İyi bir eğitim almış, modern bir kadın olan Herra, kendini asla tam anlamıyla bütün hissetmiyordu. Nazir’le tanışmasıyla birlikte bütünleşmiş ve artık eksiği kalmamış gibi hissetmişti ve bu onu alıştığı hayattan koparmaya yetecek kadar güçlü bir histi. Çevresindeki insanlar onu uyarmış ama bu uyarıları duymayacak kadar kör durumdaydı. Afganistan’a yerleşen ve buradaki hayata uyum sağlamak için elinden gelen Herra, sandığından daha çok zorlanıyor ve kadın kimliğinin yok sayılmasına katlanamıyordu. Bulunduğu ailede liberal bir büyükbaba harici kimseyle anlaşamıyor ve o eve ait olamıyordu. Kocasından dayak yiyen ve bundan kurtulmak için her şeyi yapabilecek olan Freshta ve kızı ise evin karanlığını temsil etmekteydi. Tüm bunların ortasına, bir güneş edasıyla, Maad gelmişti. Herra, onu kendi oğlu olarak görüp, o evdeki varlığını anlamlandırmıştı. Evdeki büyük ve derin mutsuzluk Herra’nın da tüm benliğini sarmışken Nazir’in Avrupalı patronları, o mutsuzluk bulutları dağıtıp, umut serpiştirdi.
Film sosya-kültürel yapıyı en ince ayrıntısına kadar göstermeye gayret etmişti. Öyle bir toplumda kadın olmanın nasıl bir ceza olduğunu hissedebiliyordunuz. Giydikleri kıyafet (Burka) her ne kadar bütün vücutlarını kapatsa da tacize uğruyor, hakaretlere maruz kalıyorlardı. Bu normalleşmiş ve olması gereken bir durum haline bile gelmişti. Kadınlar bireyden öte, evlenene kadar babalarının malı, evlenince de kocalarının malı olarak görülen bir esirden başka bir şey değildi. Herra, bunları görerek büyümemiş, kendi kararlarını alabilen, düşüncelerine saygı duyulan bir toplumda yetişmişti. Tam da bu yüzden gözlerinin rengi bile solmuştu film boyunca. İç ısıtan mavi gözleri, donuk gri hale gelmişti. Yaşayamıyor, dayanmakta zorluk çekiyordu. O misafir geldiği için bir hayvan gibi odaya tıkılmayı hak etmiyordu, bu kendine duyduğu saygıyı bitiyor ve aslında onu içten içe öldürüyordu.
Aşkına, çocuğuna sığınmaktan başka çaresi de kalmamıştı. Nazir, diğer erkeklere oranla daha modern görünse de onlardan farksızdı aslında. Herra karısıydı, Nazir olmadan var olamazdı. En azından Nazir bunun aksini düşünmeye tahammül edemiyordu. Ona saygı duyuyor gibi görünse de içten içe bunu yapamıyordu. Birçok sahnede bunun dışa vuruşunu bize göstermişlerdi. Herra’ya attığı tokat, odaya kapatması, giydirdiği pantolon ve daha nicesi ona saygı duymadığını anlatıyordu.
Bu evdeki tek hüzün Herra’ya ait değildi maalesef. Freshta ve kızı Roshangol çaresizliğin tablosu gibiydiler. Aşık olarak evlendiği ama ona hayatı işkenceye çeviren kocasından kurtulmak isteyen bir kadının çığlıklarını, gözlerinde görebiliyordunuz. Roshangol içinse hayat çok daha zorluydu; henüz 12 yaşlarında olmasına rağmen erişkin olduğunu savunan ve onu kendinden yaşça büyük amcasıyla evlendirmeye çalışan bir babaya sahipti çünkü. Roshangol, okumak için can atan, hayat dolu ve güzel bir kızdı. Hayatın ona başka çare sunmadığının farkına varınca, kendi şansını kendi yaratmak için harekete geçti. Ben filmde bu kıza ne olduğunu öğrenebilmek isterdim. En azından annesinin onu yanına aldığını ve sonunda mutlu olduklarını görebilmeyi isterdim.
Film her şeyi gözle görülür anlatmasına rağmen metaforlara da yer vermişti: Ay ve kelebekler. İlk başta ay bütün görkemiyle parlıyordu. Bir kelebek geldi, o ayın parlamasına renk kattı, güzelliğiyle ayla bütünleşti. Sonrasında onlarca kelebek geldi, ayı kapladılar, ay ışığını yayamadı ve gece karanlığa gömüldü. Buradaki ay aslında Herra, ilk kelebek Nazir. Herra’nın bütün hissetmesine sebep olan, onun aydınlığına renk katan; sonrasında gelen onlarca kelebek ise Nazir’in peşinden Afganistan’a gitmesini ve oradaki yaşantısını temsil ediyor. Yavaş yavaş ışığının sönmesine ve karanlığa gömülmesini anlatıyordu.
Film kusursuz değildi. Mantıksal hatalar ve sizi izlerken sinir krizlerine sokacak çok şey barındırıyordu. Ben izlerken yer yer duygulandım, yer yer sinirden yerimde duramadım. Öyle ya da böyle bitti ve o zaman filmi sevdiğimi fark ettim. Her şeyden öte onlarca kadın bu durumu yaşıyor, buna alışıyor ve bunu normalleştiriyor. Bunun bilincine varmak sizi dehşete sürüklemeye yeterli geliyor. Sonu beni tatmin etmese de gerçekçiliğini kaybetmemiş ve aslında Herra’ya hak verebileceğiniz bir ters köşeyle bitirmişlerdi. Film konusu ve ilerleyişi açısından bana bir bakıma ‘Not Without My Daughter’ filmini hatırlattı. İzlemeyenler ve bu tarz filmleri izlemeyi sevenler için onu da önermiş bulunayım.
1 saat 25 dakika süresi ve 7.0 IMDB puanıyla sizi hayal kırıklığına uğratmayacak, izlerken zamanın akışını fark edemeyeceğiniz bir film. Gerçek bir şeyler izlemek istiyorsanız mutlaka göz atmalısınız. Başka incelemelerde görüşmek üzere.
My Sunny Maad: Bir Yok Oluşun Hikayesi