Mutlaka izlenmesi gereken 10 bilim kurgu filmi:
Predestination
İddialı bir bilimkurgu filmi olan Predestination, zamanda yolculuk yapıp olmuş ya da olası olayların önüne geçmeye, suçluları yakalayıp adaleti sağlamayı kendine amaç edinen bir zamansal ajanın hikayesini anlatır.. Bu ajanın en önemli görevi ise 1975 yılında New York’ta yaptığı bir patlamada 11.000 insanın ölümünden sorumlu olan Fiyasko Bombacısı adlı kişiyi bulmak bu patlamanın hiç yaşanmamış olmasını sağlamaktır aslında.
A Quiet Place
Henüz küçük yaşlarda olan üç çocuğa sahip çekirdek bir aile birbirleriyle asla konuşamadıkları yalnızca işaret dili aracılığıyla iletişim kurabildikleri izole ve kırsal bir yerde sessiz sakin bir hayat sürmektedirler. Herhangi bir gıcırtı veya gürültü oluşturacak her türlü hareketten sakınmaya çalışan aile maalesef bir gün bu sessizliği bozmak zorunda kalmaktadır çünkü en küçük çocuklarının uzay gemisi oyuncağını çalıştırması gürültüye sebep olur ve hayatları alt üst olmaya başlar, başlarına korktukları şey gelir…
What Happened To Monday
Dünya nüfusunun olması gerekenden çok daha fazla ve hızlı bir şekilde artmasından dolayı ailelerin yalnızca birer çocuk sahibi olmalarını zorunlu kılan bir yasa getirilir. Ancak öyle bir aile vardır ki o ailede tamı tamına yediz kız kardeş vardır. Sırlarını gizleyebilmek adına bu yediz kız kardeşe haftanın günleri isim olarak verilir ve isimleri hangi günse o gün Karen Settman kimliğiyle dışarı çıkabilme izni verilir babaları tarafından. Asla iki kardeş aynı anda dışarı çıkamaz çünkü sırları ortaya çıkar ve bunun bedeli çok ağır olur… Bu kardeşlerden birinin bir gün dışarı çıkıp eve geri gelmemesi tüm düzenlerini alt üst edecek ve başlarına korkunç şeylerin gelmesine sebep olacaktır.
Arrival
Uzaylılar gizemli bir şekilde uzay gemileriyle dünyaya inerler. Ne amaçla geldikleri bilinmeyen uzaylıların gelmelerinin ardındaki gerçeği öğrenmek için seferberlik ilan edilir. Uzaylılarla iletişim kurabilmek konusunda çok zorlanırlar. Dr. Louise Banks adında bir dilbilimciden kimsenin iletişim kuramadığı uzaylılarla anlaşabilmesi istenir bir de ona yardımcı olabilmesi için Ian Donnelly adında bir fizikçi görevlendirilir. Bu ikilinin artık öğrenmesi ve anlaması gereken en önemli şey uzaylıların barışçıl bir harekette mi bulunacakları yoksa istilacı bir tutum mu sergileyecekleri sorusudur.
Passengers
Bir uzay yolcusu olan Jim Preston ve daha birçok kişi ilaç alarak uykuya yatırılır ve 100 yıl sonra uyanması gerekirken kapsülünde bir sıkıntı çıktığından dolayı erken uyanır. Erken uyandığı ve yalnız olduğu için artık buna tahammülü kalmayan Preston yalnızlığına bir son vermek için New Yorklu yazar Aurora’yı erken uyandırmaya karar verir, her ne kadar yaptığının yanlış olduğunu bilse de bu durum canını çok sıkmaktadır. Aurora da kapsülünün arızalı olmasından dolayı erken uyandığını zanneder. Bu iki uzay yolcusu bu süreçte sıkı bir bağ kurar, zaman geçirir ve tabi ki birbirlerine aşık olurlar… ama yolunda gitmeyen bir şey var: Aurora Preston’ın onu kasten uyandırdığını bilmez ve öğrenince olaylar farklı bir hâl almaya başlar.
Bird Box
Malorie iki çocuğuyla birlikte nehir kenarında terk edilmiş bir evde yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar ancak tehlikede olduklarını hisseden anneleri çocuklarını daha güvenli bir yere götürebilmek için atacakları her adımı planlamaya başlar. Yapacakları bu yolculuk oldukça tehlikelidir ve en ufak bir hataları bile onları ölüme sürükleyecektir ama başka çareleri de yoktur. Peşlerinde olanlardan uzaklaşmak için gözleri bağlı bir şekilde yola koyulurlar ve tek çareleri zekalarına ve geliştirdikleri duyma yetilerine güvenmektir.
Source Code
Yüzbaşı Colter Stevens Chicago’da bir treni bombayla havaya uçuran ve daha onlarcasını da öldürmeyi planlayan bombacının kimliğini tarif edebilmek için çok gizli bir göreve atanmıştır. Kendini bir hızlı trende bulan Colter Christina ile birlikte seyahat eder. Konuştukça Colter kadının kendisini tanıdığını anlar ama neler olup bittiğinden hiçbir şekilde haberi yoktur. Neler olduğunu anlamaya çalışan Colter tuvaletteyken aynaya bakar ve bir başkasının yüzünü görünce şok geçirir. Hemen ceplerini karıştırır ve Sean Fentress adında bir öğretmene ait bir kimlik bulur. Bu sırada aniden trende büyük bir patlama yaşanır ve hemen ardından Colter kendini yüksek teknolojili bir yerde bulur. Üniformalılardan Goodwin (Vera Farmiga) ona bilmesi gereken her şeyi anlatır.
Her
Theodore Twombly hayatını, yakın gelecekte çok nadir bulunan bir şeye dönüşmüş olan el yazısı mektupları yazarak sürdürmektedir ve bu teknolojik olarak oldukça gelişmiş yıllarda insanların işlerini artık bilgisayar programları halletmektedir. Theodore, karısından ayrıldıktan sonra bir apartman dairesinde kendi başına yaşamaya başlar ve bir gün karşılaştığı bir teknoloji reklamıyla birlikte hayatı farklı bir yöne doğru ilerlemeye başlar. Kusursuz bir yapay zeka programı sunan yeni bir işletim sistemi, onu alımlı bir kadın olan Samantha ile tanıştırır. Sanal bir varlıktan ve sadece bir sesten ibaret olan Samantha, Theodore’u dünya ve hayat üzerine sorduğu sorularla birlikte bambaşka bir gerçeklikle tanıştırır. Ağır bir depresyonun içerisinde kaybolan Theodore, zamanla hayatın eğlenceli yönlerini görebilmeye başlarken yapay zeka programıyla arasındaki ilişki de gitgide karmaşık ve tuhaflaşır.
Edge Of Tomorrow
Mimics adında bir uzaylı birliği dünyayı ele geçirmeye kalkar, birçok yeri istila eder ve yıkıma uğratır. Dünyada onların hızıyla, teknolojisiyle, silahlarının gücüyle ve belki de en önemlisi telepati yoluyla emir verme ve uygulama güçleriyle yarışamaz. Onları yenebilmek için dünyadaki tüm ordular birleşir ve bu onların tek şansıdır. Subay Bill Cage daha önce hiç savaşlara katılmayan tecrübesiz bir askerdir ve ona verilen görev hayatına mâl olabilir. Ve olur da zaten ama bu bir son değildir aslında tam tersine bir başlangıçtır. Cage, cehennem gibi bir günde uyanır, kendini kırılması zor bir döngünün içerisinde bulur ve bununla nasıl başa çıkacağını kestiremez. Her defasında ölüp sonrasında yeniden dirilip aynı savaşı bir kez daha tekrarlamak zorundadır. Her geri dönüşünde daha güçlü, daha zeki ve Mimics’lerle daha kolay başa çıkabilir hale gelse de bu görevin üstesinden gelmek halen çok zordur.
The Martian
Mark Watney adlı bir astronotun şiddetli fırtınanın sonrasında öldüğü zannedilir be ekibi tarafından Mars gezegeninde terk edilir. Ancak Watney yaşıyordur ve kendisi Mars’ta yapayalnızdır, hayatını sürdürebilecek kadar yeterli su ve gıdaya da sahip değildir. Elindeki her fırsatı kullanarak dünyaya hayatta olduğunun sinyalini vermeye çalışır. Onu kurtarabilmek için tüm ekip arkadaşları yola koyulur ve macera burada başlar.