Bizler Sadece İnsanlarız
Başlangıç
Işık her şeyi görebilmemizi sağlar. Ve de her şeyi birbirinden ayırabilmemizi. Fazlası da kör eder. Tıpkı sevgi gibi. Sevgi insanları bağlar. Ya kalbinden yapar bunu ya da ayaklarından bağlar, süründürür. Tıpkı nefret gibi. Nefret bir kıvılcımla alevlenir ve yangın yerine dönüverir. Sonrasında da ya söner ya da insanın gözünü bağlar. Tıpkı karanlık gibi. Karanlık bir hiçliktir. Bizi biz yapanın umrunda değildir. Anlarsın her şeyi yalnız kaldığında. Ve o vakit, her şeyi anladığın an aslında hiçbir şey anlayamadığın andır.
The Fountain, Black Swan ve Requiem for a Dream orijinal adlı eserlerden tanıdığımız yetenekli yönetmen Darren Aronofsky’nin son filmi “Mother!” 2017 yılında vizyonlara girdi. Vizyona girmesinden önce ve sonra tartışmaların odağından kurtulamamış olan film, sinema severleri adeta ikiye böldü. Hem de öyle bir böldü ki tarihte izleyiciyi en çok ikiye ayıran film oldu. Bir kesim kör göze parmak olan metaforları kullanması sebebiyle beğenmedi. Benim de bulunduğum diğer kesim ise filmin sadece bu metaforlardan oluşmadığını, anlatmak istediği her şeyi net bir şekilde anlattığı ve yönetmenin son yarım saatlik performansı sebebiyle filme hayran kaldı. Javier Bardem, Jennifer Lawrence, Ed Harris ve Michelle Pfeiffer gibi yıldızları kadrosunda bulunduran bu film en alegorik eserlerden bile daha alegorik eser olabilecek nitelikte.
İkiye Bölünenler
Görünce firavun rüyasında Kudüs’ten çıkan alevi, dehşet içinde uyanır. O alev bütün Mısır halkını yakıp kül eder lakin İsrailoğullarına dokunmaz. Rüya tabircisine soran firavun “İsrailoğullarında doğacak bir çocuk saltanatına son verecek” cevabını almasıyla bütün erkek çocuklarını gözü kırpmadan öldürtür. O arada bir anne bebeğini Nil nehrine bırakır ve o bebek ilerde bir asa darbesiyle Kızıl denizi ikiye ayırır. İsrailoğulları geçerken arkasındaki firavunun ordusu Kızıl denizin tekrar kapanması neticesiyle boğulur.
Madde
Bir taşın olması gereken yerine konulması ile başlar bütün öykü. Her şey olması gerektiği gibi olacaktır. Başlangıçta her şey sakin ve sessizdir. Mükemmel yapmak için uğraşır durur bir yandan da. Sakin bir şekilde yavaş yavaş, ilmek ilmek işler ve tabiatını yaratır. Tabiat, ona her şeyini verir adeta. Çalışıp mükafatını ödemek için elinden geleni yapar. Her yeri onarır yahut baştan yapar. Sürekli onun için çabalar. Sevgisini kanıtlamak da değildir amacı. Sadece sevdiği için yapar. Sevdiği için sürekli bir şeyler vermektedir. Fedakarlıklar yapar. Ama fayda etmez. Çünkü o tüm bu sevgi ve fedakarlıkları sever. O sevmez sadece ona olan hürmeti ve sevgiyi sever.
“Evren tamamen gerçektir; gerçek olan her şey maddedir, madde olmayan da gerçek değildir.” Thomas Hobbes, Leviathan adlı eserinde materyalizmi kendince açıklayan bu sözleri söylemiştir. Tarihte bazı insanlar görmedikleri varlıklara inanmak istememiştir. Bu yüzden tapınmak için kendilerine putlar yapmış, onlara tapınmışlardır. Yaptıkları putlara dünya nimetlerinden ikram etmişler, onların önünde ibadet etmişlerdir. Materyalizmin başka takipçileri ise de, bilimin yolundan gitmiştir. Bir yaratıcı olmadığını evrenin tamamının kendi kendine oluştuğunu savunan materyalistler, evrende madde dışında hiçbir varlığın müdahilinin olmadığını ve her şeyin maddenin evrimi ile başka bir madde oluşturarak var olduğunu söylerler.
Hanım
Beklenmedik misafirler her zaman tedirgin etmiştir. Bunu Haneke, Funny Games adlı eserinde en bariz bir şekilde nedenlerini açıklamıştır. Yine beklenmedik bir zamanda beklenmedik bir misafir gelir. Çok memnun olan ev sahibi, hanımının tedirgin olmasına rağmen onun adına konuşup misafir ağırlamayı çok sevdiğini söyler. Aslında doğru olmayan bu bilgi, bütün hikayede manidar bir şekilde ortaya çıkar. Ev sahibinin hanımı adına konuşması, sürekli devam eder ve buna misafirin patavatsızlıkları da eklenir.
Derler ki: Bir gün Cengiz Han, toplantı gereği çevre hanları çağırır. Bütün hanlar halka oluşturacak şekilde minderlere otururlar. Cengiz Han’da eşi Börte ile beraber gelir. Eşini kendinin sağına oturtur ve gelenek gereği soldan başlayarak her han kendini tanıtır. En son Börte’ye sıra geldiğinde ise Cengiz Han sözü devralarak “Ben hepinizin hanı Cengiz Han’ım. Bu da benim Han’ım Börte’dir.” der.
İtaatsizlik
Bir vakit, misafirin yalnız olduğunu düşündüğümüz o vakit, misafirin eşi birden beliriverir. Bu belirme, emaresini misafir alkolden dolayı kusarken açıkça gösterir. Özellikle ev sahibinin hanımına karşı olan patavatsızlıklar devam ederken, ev sahibi onları savunuyordu. Ta ki bir ses duyana kadar.Bir yangında bütün umudunu yitirirken bulduğunu söylediği bir taşın kırılma sesi. Misafir, eşine ev sahibinin hikayesini anlatırken olmuş ve eşi elinde tuttuğu taşı elinden düşürmüş. Akabinde ev sahibi taşlara bakıp onları odasından kovdu ve odanın kapısının kolunu kırıp, tahtalarla kapatarak da o odayı yasakladı. Bir daha o oda açılmayacaktı ta ki çok daha büyük bir olay olana dek.
Kır hayvanlarının en hilekarı olan yılan, Aden’deki bahçede yaşamakta olan Havva’ya yaklaşmış ve “Yasak meyveyi yediğiniz vakit gözleriniz açılacak, iyiyi ve kötüyü bileceksiniz.” diyerek onu ikna etmiş. Yasak meyveden yiyen Havva sonrasında Adem’e de meyveyi yedirmiş. Tanrı onlara bu meyveden asla yemeyeceklerini söylemesine rağmen yedikleri için Adem ile Havva’yı Aden’deki bahçeden kovmuştur.
En Büyük Suç
Derken kapıdan bir adam gelir. Kardeşi de peşinden. Koparken aralarında curcuna, sebebi sadece kıskançlıktır. İlk defa görülen tartışma büyür de büyür. Bir türlü sakinleşilmez ve bütün her şeyi etkileyen o olay gerçekleşir. Kardeş kardeşi öldürür. Ne yaptığını anlayamayan ve kaos ortamında kendine hakim olamayan kardeş, tarihteki en büyük cinayeti işler. Evdeki kan lekelerinin bir türlü çıkmaması ve tabiatına kalıcı bir zarar vermesi hatta insanların buna hayranlıkla bakması bunun kanıtıdır. Hayat boyunca bu izin peşinden koşanlar da olmuştur ve hayat boyunca bu iz her şeyi etkiler. Ne kadar uğraşılsa da onarmak mümkün değildir. Bir kere kırıldı mı kalp, hiçbir şey eskisi gibi olmaz ve geri dönülemeyecek noktaya gelinmiştir.
Ve geri dönülmeyecek noktaya gelindiğinde Nuh’a bildirilmiştir nasıl gemi yapacağı. Uykusunda bunları öğrenen Nuh yapar gemiyi, heybetli mi heybetli. Dünyanın bütün türlerinden bir çifti barındırır. Ve o vakit kopar acımasız tufan. Seller alır, şimşekler çakar. Yoldan çıkmış insanları adeta kovar tabiat ana, istemez evinde arsız insanları. Ve yeni bir sayfa açar hayata.
Ölen İnsanlık
Bir bebek doğar o vakit. Tabiatın bizzat oğludur. Babasından bile sakladığı oğlunu elinden alırlar. Sanki el üstünde tutarlar ama aslında hiç de göründüğü gibi değildir. Onun hayatını zindan ediyorlardır. O sırada aslında bir insan ölmüyordur. Tam olarak insanlık ölüyordur. Gözden çıkarıyor çünkü bizleri tabiat. Görünce oğlunun çiğ çiğ yendiğini.
Biz insanların dünyada yalnız olmasının bir sebebi var. Homosapiensler olarak üstünlüğümüze engel olacak her şeyi öldürdük ve katlettik. Neanderthal’lerin başına ne geldi sanıyorsunuz? Onları yedik. Yamyamlık her zaman kanımızda vardı. Önceden gerçekten insanları yiyorduk şimdi ise bunu başkalarını sömürerek yapıyoruz. Hiç değişmedik, değişmeyeceğiz.
Sömürgecilik yüzünden çıkan dünya savaşları katletti milyonları. Tarihin en kanlı zamanlarıydı adeta. Sırf ırk yahut dini farklı diye çıktı bu savaşlar. Ya öğrenecektik beraber yaşamayı ya da öldürecektik sebebini bile bilmeden. Biz öldürmeyi seçtik her zaman. Kan, vahşet hiç eksik olmadı. Artık çizgi aşılmıştı. Geri dönüşü olmayan yola girildi.
Her zaman iyi niyetli insanlar da olmuştur bu dünyada. Herkes yakıp yıkarken, onarmaya çalışan insanlar. Bazıları bu işi gerçekten içten gelerek yapar ama bazıları sadece göz boyamak için. Tabiatı parçalarken orada bazı insanlar sen onu süsleyemezsin. Kolunu kırarken biri bir kadının, sen ona makyaj yapamazsın. Onarmak istiyorsan eğer gerçekten, kolunu alçıya almak zorundasın. Yıkılırken ev; sen onu boyayamazsın, boyamamalısın.
Yarışın Sonu
Tabiat Ana her çocuğuna eşit davrandı. Onları sevdi ve gelişmeleri için birbiriyle rekabet etmesini sağladı. Haklıydı da, rekabet edip birbiriyle üstünlük mücadelesine giren çocukları geliştiler ama bazıları bu mücadeleye fazla dayanamadı. Bir tanesi vardı ki o hepsine üstünlük kurdu. Geliştikçe öğrendi, öğrendikçe gelişti ama Tabiat Ana bu durumdan pek memnun olmadı. Zorluk çıkarmaya başladı ama bu ona ödülmüş gibi geldi. Zorluklarla daha da gelişti. Artık en parlak öğrencisi ona kafa tutmaya Tabiat Ana’ya zarar vermeye başladı. Bu durumda Tabiat Ana’nın yapabileceği hiçbir şey yoktu. En mantıklı görünen seçenek aslında en büyük hata olduğunu sonradan anlıyordu. Tabiat Ana’nın vadesi dolmuştu ve aklında tek bir düşünce vardı: O da kendisiyle beraber en parlak öğrencisini de yanında götürmek.
Düz Bir Çember
Ve yıkılıyorken ev, çıldırdı tabii ki de evin asıl sahibi. Kesti, biçti yetmedi çünkü karşısında gözü dönmüş insanlık vardı. Yaşadığı yeri bile yıkan hatta yedikleri kaba tüküren insanlığın sonu gelmişti. Tabiat kendini yok ederken de bizzat kendisini kullanacaktı. İnfilak ederken bütün tabiat, ayakta sadece her şeyin yaratıcısı kaldı. Önceden de yaşanılmıştı ve yaşanılmaya devam edecekti tüm bunlar. Çünkü hiçbir zaman yetmeyecekti ona. Kimseyi de suçlamıyordu. Sadece yoluna devam edecekti.
Bir gün biri bana “Zaman düz bir çemberdir. Yaşadıklarımızı sürekli tekrar tekrar yaşayacağız” dedi. Belki de haklıydı.Yaşadıklarımı ve yaşayacaklarımı, çektiğim acıları ve mutluluklarımı belki de tekrar tekrar yaşayacağım. Eğer bu gerçekten doğruysa ben bu yazıyı kaçıncı kere yazıyorum?
Bütün serüven kendimizi keşfetmek ve anlamak ile alakalıydı. Sonunu bilemediğimiz sadece tahmin ettiğimiz bu serüvendeki asıl haz, zaten serüvenin sonunu kendi başımıza keşfetmekte değil mi? Keşfederken sonunu bütün hikayenin, karşılaştıklarımız utanç verici. Bizlere güvenmeyin asla. Bizler sadece insanlarız.