Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Mank: Monokromatik Devrim (İnceleme)

Mank: Monokromatik Devrim (İnceleme)

Yazar: Aylin Şahin

Mank: Monokromatik Devrim (İnceleme)

Tarih boyu, yazılmış çizilmiş oynanmış öyle eserler vardır ki o eserlerin hakkında konuşabilmek bile bir cüret gerektirir. Peki sinema sanatının belki de en devrimci örneklerinden biri hakkında üzerinden yaklaşık seksen yıl geçtikten sonra başka bir film çekmek ve bunu dönemin Hollywood’unu tüm çıplaklığıyla izleyicinin önüne sererek sunmak? Bu cürete sahip kişi; Fight Club, Seven, The Social Network, Zodiac gibi uzayıp giden şaheserlerin yönetmen koltuğundan tanıdığımız David Fincher’dan başkası olamazdı. Mank ile gördük ki geçmişin devrimi Citizen Kane, günümüzün devrimcisi Fincher’dan aktarılınca bambaşka bir şaheser daha ortaya çıkıyor.

Citizen Kane’in yönetmeni olarak bildiğimiz Orson Welles, bu şaheserinden sonra henüz daha yirmi beş yaşındayken dönemin “genius boy” yani dahi çocuğu olarak adlandırılıyor. Citizen Kane’in senaryosu ve “rosebud” kavramı bir ikon haline geliyor. Dönemin halkı sinemaya sadece bir “eğlence aracı” olarak bakarken Citizen Kane’den sonra Hollywood seyircisi de değişiyor. O döneme kadar gelmiş klasik sinemanın ötesine geçiliyor ve gerçek bir sanat devriminin kapıları aralanıyor. Bu filmde kariyerinin zirvesini yaşayan Orson Welles’imizi daha önce The Souvenir’da da muazzam oyunculuğuyla izlediğimiz İngiliz aktör Tom Burke ile görüyoruz.

Güney Kaliforniya’nın uzak bir çiftliğinde, hala yakın zamanda geçirdiği bir kazadan dolayı kırık bacağıyla, mahvolmuş durumda olan ve neredeyse tüm hayatı yanında çalışan bir Alman hemşirenin (Monika Grossman) ve bir İngiliz sekreterin (Lily Collins) ellerindeyken, Welles ve mali destekçilerinin umutsuzca beklediği senaryoyu yazarken gördüğümüz Herman J. Mankiewicz’e Oscar ödüllü oyuncu Gary Oldman hayat veriyor. Darmadığınık saçları, alkol bağımlılığı ve alkol kaynaklı asit reflüsüyle izlediğimiz Mankiewicz, Citizen Kane’in senaryosunu da sekreterine dikte ederek yazdırıyor. Gerçekte Mankiewicz senaryoyu iyileştikten sonra kendi yazdı ama Fincher bu kurguda ısrar ediyor ve anlaşılan doğru bir karar veriyor ki izleyiciye o samimi duygu direkt olarak geçiyor.

Tuppence Middleton, Mankiewicz’in uzun süredir acı çeken karısı Sarah olarak efektif bir performans sergiliyor. Benim en beğendiğim oyunculuklardan biri de gazeteci Hearst’ün Hollywood’daki bağlantıları sayesinde ünlü yaptığı iddia edilen Marion Davies rolündeki Amanda Seyfried.

Gittikçe daha da çok karakterin eklendiği olay örgüsü bir yerden sonra büyük bir Game of Thrones’a dönüyor ve uzunca bir bölüm Hollywood’daki güç savaşlarını siyasetle harmanlanmış şekilde izliyoruz. Fakat işte Mank kendini diğer Hollywood tasvirlerinden belki de burada ayırıyor. Bu güç savaşlarının ihtişamlı dönemini anlatırken sanatı, estetiği ve duyguyu asla elden bırakmıyor. Cepheler var, güçlüler, güçsüzler, kazananlar, kaybedenler var, mücadeleler var ama hepsi öyle ince bir yerden anlatılıyor ki kendinizi büyük bir kavgada resim çiziyormuş gibi, sanki gürültülü bir eylemin ortasında dans ediyormuş gibi hissedebiliyorsunuz.

Senaryosu David Fincher’ın babası Jack Fincher tarafından kaleme alınmış bu filmimizin prodüksiyonu, dekoru, kostümleri, sahneleri ve o dönemin mikrofonlarıyla kaydedilmiş müzikleri de görsel ve işitsel bir başka şölen. Adeta izleyiciyi bir tür transa geçirerek tamamen anlatılan döneme ait hissettiriyor. Bu gayede filmin görüntülerinin çözünürlüğü bile o döneme uygun olacak şekilde düşürülüyor.

Görüntü yönetmeni Erik Messerschmidt ve prodüksiyon tasarımcısı Donald Graham Burt’un Trish Summerville kostümleriyle yarattığı bu büyüleyici ortamda Fincher, bize karakterlerin bireysel hikayelerinin ve hayatlarının yanında Hollywood’un altın çağını, süslü sahne ortamını ve Büyük Buhran dönemi sonrası yerel Kaliforniya siyasetini yeniden yaratarak yaşatıyor.

Bu film, sadece bir başyapıtın arka planının bir muhasebesinden ziyade, eski Hollywood’un hatrı sayılır bir dönemine acı tatlı bir övgü, bazen yergi, kısmen aşkı kısmen savaşı anlatan, korkunç egoları ve saf duygusallığı neşeyle birleştiren muhteşem bir romantik dram. 90/100

Mank: Monokromatik Devrim (İnceleme)

Aylin Şahin’in Diğer Yazıları İçin Tıklayın.

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...