La Casa de Papel: Veda Busesi
Netflix’in yayınlandığı günden beri fazlaca yankı uyandıran ve efsane olarak adlandırabileceğimiz dizisi La Casa De Papel 5. sezon 2. kısmın da yayınlanmasıyla bizlere veda etti. Dizi bir grup Dali maskeli insanın soygunlarını anlatıyor gibi gözükse de arkada hep direniş mesajı vardı. Bu mesaj ara ara sekteye uğradı, bundan ötürü de dizinin başarısız sezonları vardı ancak final kısmına geldiğimizde dizi ilk sezon kadar sürükleyici ve hayret vericiydi. Elbette bu durum final kısmının hatasız ve mükemmel bir hikâye olduğu anlamına gelmiyor. Şimdi ufak ufak sahnelerden bahsederek La Casa De Papel’e seyirci olarak bizler de veda edelim.
5. sezon ilk 5 bölüm LCDP’ye yakışmayan durağanlıkta ve bildiğimiz olay tekrarlarıyla geçiyordu. Hatta sırf izlemek için izledik desem yalan söylemiş olmam çünkü dizi uzadıkça ekip ilk sezonlara kıyasla daha minimal şeylerle bile baş edemez olmuşlardı. Dizideki mesaj epeyce arka plana atılmış, ekibin kendi arasındaki tartışmaları da seyirciyi sıkma noktasına çoktan gelmişti. Bunlara ek olarak dizinin belki de en ilgi duyulan karakteri Tokyo’nun mantıksızlıklar içeren bir şekilde ölmesi de ilk 5 bölüm açısından fazlasıyla talihsizdi. Ama son 5 bölüm itibariyle LCDP imajını toparladı gibi gözüküyor.
Öncelikle eksikliklerden bahsetmek istiyorum ki diziye güzel şeyleri konuşarak veda edelim. 6. bölümde Profesör, ve Marsilya’nın Sierra’yı kovalama sahnelerinde Marsilya’nın yol boyunca ciddiyetle sürat yapması ve daha sonra Sierra ile karşı karşıya geldiğinde Sierra’yı telkinle ikna edebileceğini sanması her şey bunun için miydi dedirtti. Yine aynı sahnelerde Sierra’nın iki tırla çarpışmaktan kurtulduğu sahneden sonra arkada Profesör ve Marsilya kamera açılarına geçilince tırları göremiyoruz. Final kısmının ilk bölümünde ve büyük dikkatle izlediğimiz böyle gerilimi yüksek bir sahnede çekim hatası olması üzücü maalesef. Devamında Sierra ve Profesör’ün polislerle dolu bir sokakta bir gözlük bir siyah şapkayla gizlenmeleri, arka kapısından girdikleri mekanda bir kişinin bile onları tanımaması, girdikleri dairede bir kedi sayesinde kurtulmaları gibi ilginçlikler mevcut ve bu tip kaçış yolları yerine üzerinde daha fazla düşünülmüş sahneler izlemeyi isterdim, en azından final hatrına. Tokyo henüz ölmüşken ekibin ‘Bella Ciao’ eşliğinde kutlama yapması onların nezdinde başarıları kutlamak ve kayıpları anmak olsa da diziyle ilgili yorumlardan anladığım kadarıyla biz yas süreci açısından somut acılar bekleyen bir millet olduğumuz için o sahneyi biraz kırıcı bulduk sanki. Nairobi’nin son 5 bölümde flashback sahnelerinde bile hiç yer almaması da keza öyleydi. Seyirciler olarak karakterleri senaristten daha fazla mı içselleştirdik bilemiyorum.
Gelelim soygunun sonlanmasına.. Soygunda eritilen altınlar ufak tanecikler şeklinde bir basınç pompasıyla borulardan itilerek Profesör ve ekibinin bulunduğu yağmur suyu deposuna gönderiliyor ve süzme yöntemiyle sudan ayrıştırılıyordu. Bu planı ben beğendim ve dizinin kamera arkası belgeselini izlediğimde de bir gemi mühendisi tarafından birtakım formüllerle birkaç defa hesaplanarak dizide kullanılacak sayılara indirgendiğini öğrendim. Buradaki yöntem, bahsedilen plan ve yaşananlar hayali şeyler değil yani olasılığı mümkün. Zaten son beş bölümün en güzel yanı da sanırım yine ilk soygundaki gibi mantığa uyan planlarla hareket edilmesiydi. 5. sezonun ilk kısmında Berlin’in eşi ve oğluyla tanışmıştık ve son soygunda bir yerlerde illa ortaya çıkacaklarını biliyorduk ama soyguna yardım edeceklerini düşünmüştük. Düşündüğümüz olmadı ve Danimarka’da Berlin’in, oğluna çalmayı öğrettiği sahnede oğlunun çalmaktan duyduğu zevk ve ‘Daha yeni başlıyorum’ dercesine bakışları Berlin’i üzeceğinin sinyallerini verdi. Dolayısıyla da Berlin’in eşi ve oğlunun ilişki yaşamasına şaşırmadık hatta ben plana taş koymalarına bile şaşırmadım. Asıl şaşırtan nokta bunu polis kılığında yapış şekilleriydi ve final kısmının en can alıcı noktalarından biri bu olsa da Berlin’in oğlunun bunca zahmete girdikten sonra Profesör’ün bir notuyla uzlaşması yerine o sahnede Sierra’nın baskınlığını izlemek isterdim. Bu arada Profesör’den yeğeninin çaldığı altınlar pirinç miydi gerçek miydi o detayı kaçırdım maalesef.
Final bölümünde ise beklenmedik bir yöntemle, ekibin işin içinden sıyrılışını izledik. Bu yöntem de ölen insanları kimsenin aramayacak olmasıydı ve ekip öldü olarak gösterilerek askerler eşliğinde, yeni pasaportlar ve altınlarla yeni hayatlarına uğurlandı yani kısmen mutlu son. Kısmen mutlu son çünkü Tokyo ve Nairobi öldü, soygunların başarısındaki en önemli etken olan halk da ekibi öldü olarak biliyordu. Asıl mesaj direnişti ve bu mesaj son ana kadar halka verilmişti. Ama ekip öldü gösterilmiş ve devlete verilen altınlar da sahte. Devletin bunları bilerek ekibi salıvermesi olmamış bir sondu. Çünkü 2 soygunla ülkenin imajını yerle bir etmiş bir ekip var ve onca kine rağmen bu ekipten intikam alınmaması akla pek yatmadı ama bunda Profesör’ün geniş ağının etkisi büyük. Çünkü böyle bir ihtimalde yeni bir videoyla altınların sahte olduğu yeniden tüm dünyaya duyurulur ve bunun geri dönüşü olmazdı. Zaten Profesör bu konuda Tamayo’ya ‘Ya ikimiz de kazanırız ya ikimiz de kaybederiz’ demişti. Son kısımda ekibin zarar verdiği kimse olmadı. Özellikle son beş bölümde soyguncuların masumlara hiç zarar vermek istememeleri ve bu sebepten de planda yaşanabilecek tüm aksiliklerin yaşanması, insanları öldürerek işin içinden sıyrılabileceklerini ve planın daha kolay gerçekleşebileceğini ama bunu bu yolla yapmak istemediklerini tekrar hatırlattı.
Dışarıdaki karakterlere odaklanıldıkça içerideki karakterlerin gözden kaybolması karakter ekran sürelerindeki tuhaf bir dengesizlikti, özellikle de Helsinki neredeyse hiç yoktu. Dışarda Benjamin ve Marsilya’nın plana içerdekilerden daha bağlı oldukları detayı da gözden kaçmadı. Vis a Vis’te oyunculuğunu severek izlediğim Najwa Nimri’nin Sierra karakteriyle LCDP’e dahil oluşu Nairobi’yi öldürmek gibi yüksek bir noktadan olsa da anne oluşu onun duygusal hareket edip olaylara etki grafiğinin düşmesine yol açtı. Yine de dizinin hacmini yükselten, Profesör ile sahnelerini beğenerek izlediğim ve ekibe öyle ya da böyle dahil olmasını sevdiğim bir karakter oldu Alicia Sierra. Ek olarak Profesör’ün İspanya Merkez Bankası’na girip ekiple birlikte çıkması da çok anlamlıydı.
5. sezon 2. kısmın görüntü yönetmenliği bence müthişti, özellikle Berlin sahneleri başta olmak üzere dışarıdaki sahnelerden bahsediyorum. Dizide Norveç olduğu söylenen ama Kanarya Adaları’nda çekilen, Berlin’in Bogota ile tanıştığı platform sahnesinin detayları oldukça şaşırtıcı çünkü bizim Norveç soğuğunu hissederek izlediğimiz sahne aslında 33 derece sıcakta çekilmiş. Setteki herkes öyle bir sıcakta t-shirt giyerken oyuncuların kalın kışlık kıyafetlerle oynayıp seyirciyi o atmosferden tereddüt ettirmemelerine bayıldım. Belgeselde Alvaro Morte’nin anlattığı, Profesör rolüne girmek için hazırlandığı tüm detaylar müthiş bir adanmışlık gerektiriyor bence. Sadece Alvaro Morte değil tüm oyuncular ve kamera arkası ekibinin de, seyircilerin LCDP’i bu kadar benimsemesi için gereken tüm özveriyi gösterdiklerini düşünüyorum. Özetle dördüncü ve beşinci sezonlarda beklentiyi yeterince karşılayamayan dizi; gelgitli hikâyeye, akla yatmayan noktalara ve karakterlerin niye yaptığını anlamadığımız davranışlarına rağmen sürükleyici bir final yaptı ve efsanenin hem mutlu hem de mutsuz bir sonu oldu. LCDP heyecan, aksiyon, eğlence, hüzün ve veda psikolojisini aynı anda hissettiren son bölümüyle birlikte önceki sezonlardaki açığını büyük ölçüde kapattı ve güzel hatırlayacağımız efsane diziler arasında yerini aldı. Yazımı, soyguncuların tutuklanma anında duyduğumuz hoş müzik Starsailor- Way to Fall ile sonlandırıyorum. Bella Ciao.
La Casa de Papel: Veda Busesi