Kağıttan Hayatlar: Dramatik Bir Gerçeklik Hikâyesi (İnceleme)
Netflix’in yeni yerli yapımı Kâğıttan Hayatlar filmi konusu ve fragmanıyla büyük bir kitlenin ilgisini çekmeyi başarmıştı. Başrolünde Çağatay Ulusoy’un yer aldığı filmde kendisine Ersin Arıcı, Turgay Tanülkü, çocuk oyuncu Emir Ali Doğrul gibi isimler eşlik ediyor. Yönetmen koltuğunda Ayla, Müslüm, Türk İşi Dondurma gibi büyük kitlelere ulaşan yapımların yönetmeni Can Ulkay oturuyor. Behzat Ç. dizisiyle adından söz ettiren senarist Ercan Mehmet Erdem kaleme almış senaryoyu. Filmin adı için düşünülen bir başka isim “Mücadele Çıkmazı” imiş ve filmde bu deyime manidar bir şekilde rastlıyoruz.
Kâğıttan Hayatlar, kâğıt toplayıcılığı işiyle uğraşan bir gencin dramatik hikâyesini konu alıyor. Mahallenin kâğıt toplama deposunu işleten Mehmet, kâğıt torbasının içinden çıkan sekiz yaşındaki Ali’nin hayatına girmesiyle beraber kendi geçmişini sorgulamaya başlar. Bir yandan Ali’yi ailesine ulaştırmaya çabalarken diğer yandan geçmişiyle karanlık bir savaşa girer. Ali’yi kendi çocukluğuyla bağdaştırıp sahiplenir ve beraber oldukları süre zarfında ayrılmaz bir ikili olurlar. İçimizi ısıtan bir ilişki izliyoruz film boyunca, zaman zaman dramatik seyreden olaylar içler acısı bir finalle nihayete eriyor. Filmden beklentinize bağlı olarak filmi sevip sevmeyeceğinizi düşünüyorum; derin bir mesaj veya alt metinde işaret edilen detaylar yok bence, dramatik bir hikâyeyi tüm gerçekliğiyle izleyiciye sunmuş yönetmen bu filminde.
Mehmet karakteri ve onun hikâyesi son derece hayatın içinden ve gerçekçi; sokaklarda gördüğümüz ama belki de çok yabancısı olduğumuz hayatların bir yansıması gibi. Hayatın getirdiği zorluklar karşısında direnen güçlü bir karakter, bir o kadar da yara almış. Kötü bir çocukluk geçirmesine rağmen hayata tutunmayı başarmış ancak bu durumun getirdiği psikolojik güçsüzlüğe yenik düşmüş bir karakter. Ulusoy’un başarılı performansı aracılığıyla Mehmet’le bütünleşiyoruz, Ali’ye olan bağlılığıyla yaşadığı çöküntüyü hissedebiliyoruz. Onunla empati kurarak belki de çok yabancısı olduğumuz duygulara yaklaşıyoruz. Hayatın acımasız ve karanlık yüzünü başarılı bir şekilde yansıtıyor bence bu karakter.
Filmin akışı sürükleyici, izlerken sıkılmadım. Konusunun da bir o kadar güzel olduğunu düşünüyorum. Hikâyenin sona bağlanışı başarılı; eğer izlerken filmin sonunu anlamışsanız bile finaldeki açıklayıcı sahneler rahatsız etmemiştir diye tahmin ediyorum. Taşların yerine oturması için yeterli düzeyde bir açıklamaydı bence. Özellikle filmin aşk klişeleri barındırmadan bir baba – oğul, ağabey – kardeş ilişkisine değiniyor olması yapımı sevmem için başlı başına bir sebep zaten. Oyunculuk performanslarının benim için önem arz ettiği bu noktada, Çağatay Ulusoy’u başarılı bulduğumu yeniden belirtmek isterim. Yer aldığı yapımların senaryosundan bağımsız olarak canlandırdığı karakterlere profesyonelce hayat verdiğini düşünüyorum. Mehmet karakterinin üstesinden de başarıyla gelmiş. Bu ikilinin sevimli tarafı, yani Ali’si oldukça şirin ancak oyunculuk performansı yetersizdi diye düşünüyorum. Çocuk oyuncunun iyi performansıyla yapıma bambaşka bir renk katılabileceği gibi, bence donuk ve yetersiz olan performansı ikili ilişkide bir tarafın sönük kalmasına sebep olmuş.
Hikâye İstanbul sokaklarında geçiyor; izledikten sonra İstanbul’a bir özlem oluştu içimde. İstanbul’un anlatımı kuvvetlendiren bir rolü var bu filmde. Eski binalar, kalabalık sokaklar ve sokaklarda koşturan çocuklar; bir yandan insanın içini ısıtırken bir yandan karanlık hikâyelere ev sahipliği yapan koca şehir İstanbul… Mehmet’in duygu durumunu daha iyi anlamamızı sağlıyor ve izlerken İstanbul’da dolaşıyor gibi hissediyoruz bizler de. Başarılı çekimler eşliğinde güzel bir görsel şölene imza atmış yönetmen; İstanbul’u yönetmenin gözünden izlemek son derece zevkliydi.
Filmde beni rahatsız eden – genel olarak yerli dram yapımlarının beğenmediğim yönü; seyirciyi ağlatma gayreti taşıması. Film boyunca seyirciyi ağlatmaya çabalayan, ‘eğer film sonlarında ağlamayan kalmışsa vurucu finalle herkesin ağlamasını sağlayalım’ gibi bir kaygı vardı bence. Bu kaygı, hikâyeyi dramatikleştirirken kısmen orijinallikten uzaklaştırıyor. Evet, gerçekçi bir hikâye sunuluyor önümüze ancak bu kadar melankolik bir şekilde sunulmasaydı da gerçekliğini zaten kaybetmezdi diye düşünmeden edemiyorum. Aşırı dram ve melankoli, filme arabesk bir hava katıyor ve ‘ağlatan film iyi filmdir’ düşüncesiyle çoğu izleyicinin beğenisini toplayacak gibi görünüyor. Yerli dram yapımlarını göz önüne aldığımızda ajitasyonun artması ve hikayenin seyirciyi ağlatmasının izleyici beğenisini toplayan bir kriter olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Yönetmen de bu anlayışa hizmet etmiş ve bir arz talep ilişkisi içinde izleyicinin de yönetmenin de memnun kalacağı bir film olmuş Kâğıttan Hayatlar.
Özellikle ayrı bir parantez açmak istediğim bir konu, film sonundaki Çağatay Ulusoy’un başarılı oyunculuk performansı… Hastanede yaşadıkları, sokaklarda koşarak Ali’yi araması ve en sonunda yıkılmasıyla harika bir oyunculuk sergilemiş. Filmin çözümlendiği ana eşlik eden bu performans takdire şayan bence.
Son zamanların yerli yapımlarıyla kıyasladığımda ortalamanın üstünde olduğunu düşündüğüm bu film, Netflix platformunun yapımlarıyla karşılaştırdığımda yine üste çıkmayı başarıyor. Bir yandan iyi diyebileceğim bir yerli film izlediğime sevinirken, diğer yandan yerli dram yapımlarının bana göre aşılamayan klişelerine karşı şahsi üzüntümü yaşıyorum. 1 saat 37 dakika süresiyle gayet ideal bir uzunlukta, izlenmesi gereken bir yerli film. Başarılı oyunculuk performansı ve konusuyla filmi beğendiğimi söyleyebilirim. İyileştirilebilir yönleriyle benim için 7/10 bir film. Sizin film hakkında düşünceleriniz neler? Yorumlarınızı merakla bekliyorum.
Kağıttan Hayatlar: Dramatik Bir Gerçeklik Hikâyesi (İnceleme)
Zeynep Polat’ın Diğer Yazıları İçin Tıklayın.
3 Yorumlar
Çok iyi yorumlamış ve özetlemişsiniz. Kaleminize sağlık. Çok yerinde değerlendirmeleriniz var. Tebrikler
teşekkür ederim (:
Tavsiyeniz üzere izledim gercekten guzel bir filmdi👍 yeni filmler hakkında incelemelerinizi sabırsızlıkla bekliyorum 👏👏