Aronofsky Neden Çok İyi Bir Yönetmen?
“Bana göre, bir film izlemek bir eğlence parkına gitmek gibidir. En büyük korkum insanların iyi bir yolculuk olduğunu düşünmediği bir film yapmak.’
Yahudi asıllı Amerikalı yönetmen Darren Aronofsky, ilk filminde kendine sağlam bir zemin kurdu. Yıllar boyunca kurduğu bu zeminde sağlam adımlarla yürümeye devam etti. Darren Aronofsky’i ilk filminden bu yana iyi bir yönetmen yapan etkenler ise onun sinemayı keşfetme tutkusu, cesareti, filmlerindeki anlatım dili, karakterin güçlü ve çarpıcı yolculuğu ile kullandığı metafor ve semboller oldu.
1-) Keşif:
İyi bir yönetmen aynı zamanda iyi bir kaşiftir de. Aronofsky’nin ilk uzun metrajı olan Pi, filmin düşük bütçesine rağmen getirdiği başarıyı ve aldığı övgüleri herkes konuşurken benim Pi’de dikkatimi çeken en önemli şey Credits’de Matthew Libatique ve Clint Mansell isimlerini görmek oldu. İkisinin de ilk uzun metraj film işleri Aronofsky ile birlikte ‘Pi’ oldu ve Libatique Görüntü Yönetimi adına sinemanın kendine özgü ve değerli bir örneğini oluştururken, Clint Mansell Soundtrack alanında sinemaya yeni bir soluk getirip duyulduğu an filmde çaldığı sahneyi gözümüzün önüne getiren efsane müziklere imzasını attı. Aronofsky Libatique ile The Fountain haricinde, Mansell ile de mother! haricinde tüm filmlerde çalıştı. Hem kendi sanatı hem de dünya sanatı için beraber önemli eserlere imza attılar. Bu size basit bir şeymiş gibi gelebilir ancak bir yönetmenin, Görüntü Yönetmenliği ile müzik gibi bir filmin bel kemiği olan iki alanda, henüz daha ilk filminden çalışacağı isimleri iyi bulabilmiş ve seçebilmiş olması önemli bir adımdır.
2-) Yaratım ve Cesaret
Sanat, yaratmaktan ibarettir. Yaratıcı olamayan bir sanatçı ise ancak taklitçi olabilir. Bunun yanında yaratabileceği şeyleri üretebilecek cesarete de sahip olması gerekir. İşte Aronofsky’nin çok iyi bir yönetmen olmasının sebeplerinden birisi de yaratım ve cesaret ikilisini güzel bir şekilde harmanlayabilmiş olması. En bilinen örneğini vermek gerekirse Requiem For A Dream’deki o güne kadar görülmemiş hip-hop cut tekniğinin filme kattığı anlam ile birlikte filmdeki anlatıma eklediği güç gerçekten örnek alınası ve takdir edilesidir.
3-) Anlatım Dili
Açıkça söylemem gerekirse Aronofsky’nin çektiği filmleri başka bir yönetmen çekse büyük ihtimalle sevmezdim. Onun filmlerini sevmemdeki en büyük etken hikayeyi anlatma biçimi. Mesela Requiem For A Dream’deki Hip-Hop Cut tekniği olmasa filmin klasik ve sıkıcı ‘uyuşturucunun zararları’ temalı Hollywood filmlerinden bir farkı kalmayacağı aşikar. Aynı şekilde Black Swan’ın o hareketli kamera kullanımı ve açıkça gerçeklik algısını bozan çekim teknikleri olmasa klasik hırs mücadelesini anlatan bir müzikal izliyor olacaktık. Bunlar bir tarafa dursun bu konuda en etkilendiğim film The Fountain, zira açıkça bir fikir çatışması içerisindeyim. The Fountain’in anlattığı şey hayatım boyunca en çok düşmanı olduğum bir fikir; açık bir romantizm. Farklı bir yönetmenin anlattığı bir film olsa dalga geçerek eleştireceğim bir filmi Aronofsky anlatınca en sevdiğim birkaç filmden biri haline dönüşüyor ve bu etkiyi bende yaratabilecek yönetmen sayısı kaçtır diye düşünüyorum, bir elin parmaklarını geçmez herhalde.
4-) Karakter Gelişimi
Aronofsky filmlerinde genelde bir karaktere odaklanır ve onun başlangıç noktasından bitiş noktasına öyle bir götürür ki film bittiğinde sadece ‘’ben az önce ne izledim?’’ düşüncesi kalır aklımızda. Örnek vermek gerekirse; Black Swan’da Nina’nın beyaz bir kuğudan siyah bir kuğuya dönüşünü izleriz ancak Nina’nın bu dönüşümünü sadece diyaloglarından değil annesinin tırnak kesiminden, sürekli kaşınmasından, tamamlayamadığı mastürbasyonundan ve bunun gibi birçok küçük eylemden karakterle bağ kurabilmemizi, onun gelişimine ortak olmamızı sağlayabilmektedir.
5-) Sembol ve Metaforun Doğru Kullanımı
Sinemada sembol ve metafor kullanımın tarihi sinema ile hemen hemen aynı yaştadır. Bunun sebeplerinden biri çoğunlukla film süresinin filmin anlatmak istediği şeyi anlatmaya yetememesidir. Bir diğer sebebi ise doğru kullanılmış sembol ve metaforların filme daha sağlam bir altyapı ve anlam katabilmesidir. Ancak bu sembol ve metaforların yanlış kullanımı da tam tersi bir durum oluşturabilir. Buna da örnek vermek gerekirse, The Platform, normal sinema izleyicileri tarafından genellikle sevilse ve övülse de sinemayla daha içli dışlı olanlar ve eleştirmenler tarafından kullanılan metaforların bayağılığı tarafından haklı olarak ağır eleştiriler aldı. Konumuza geri dönecek olursak doğru kullanılmış semboller ve metaforlar bütününün, seyirciyi büyüleme gibi bir etkisi vardır. Yazıya mevzu bahis yönetmen için konuştuğumuzda ise elindeki en büyük kozlardan biri bu semboller ve metaforlar oluyor. Onu izleyenleri büyüleme gibi bir gizli gücü bulunduğu yargısına varmamızı kaçınılmaz kılıyor.
Aronofsky hakkında söylenecek çok şey var ancak kısaca Aronofsky’i anlatmak istediğimizde bu beş temel etmenden bahsetmek mümkün. Son olarak bir şeyler söylemek gerekirse, Aronofsky günümüzde hem çok sevilen hem de çok nefret edilen bir yönetmen. Bana göre ise aktif kariyerine devam edenler içerisinde en dâhisi, en değeri bilinmeyeni ve gelecekte en çok değeri bilineceklerden birisi.