Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Aalto: Bir Mimarın Doğuşu (İKSV Özel)

Aalto: Bir Mimarın Doğuşu (İKSV Özel)

Yazar: Eslem Saraçoğlu

Aalto: Bir Mimarın Doğuşu (İKSV Özel)

40. İstanbul Film Festivali Nisan Seçkisi Belgesel Kuşağı kapsamında online erişime açılan Aalto, 20. Yüzyılın en önemli mimarlarından biri olarak bilinen Finlandiyalı Hugo Alvar Henrik Aalto’nun hayatına bizleri konuk ediyor. 3 Şubat 1898 doğumlu mimar Aalto, yaşadığı coğrafyanın sanayileşme sürecine denk gelmiş, bu yeni süreçte değişen akımlara ayak uydurmuş bazen de o akımlara yön veren kişi olmuştur. Kariyeri boyunca klasisizm, işlevselcilik, deneycilik, monumentalizm etkisini eserlerine yansıtmıştır. En çok Finlandiya olmakla beraber Fransa, Almanya, İtalya ve ABD olmak üzere birçok yerde 300’e yakın inşa edilmiş eseri bulunmaktadır. ABD’de bulunan önemli araştırma merkezlerinden birisi olan MIT’de bir süre bulunma şansını yakalayan mimar burada kariyerindeki kırmızı tuğla dönemini başlatan Baker House’u tasarlamıştır. II. Dünya Savaşı’na tanıklık eden mimarımız şehirlerin kısıtlı bütçeyle yeniden yapılandırılması üzerine faydalı çalışmalar yapmıştır. Sadece bina tasarlamakla kalmamış iç mekân tasarımlarına da kendi dokunuşlarını yapmıştır. Bu tasarımlarında genelde doğal malzemeler, sıcak renkler ve dalgalı çizgilere yer vermeyi tercih etmiştir.

Mimar Aalto çocukken ailesiyle birlikte Orta Finlandiya’da bulunan Jyväskylä kentine taşınmış ve burayı hayatının merkezinde tutmuştur. Yaptığı birçok eser sayesinde bugün bile kentte Aalto etkisini hissetmek mümkün. Günümüzde kendisine adanan müze de yine bu kentte yer almaktadır. Bu nedenle belgeselde de bu kenti sık sık göreceğimizden eminim. Hugo Alvar Henrik Aalto’nun kısa tanıtımından sonra artık belgesele geçebiliriz.

Başlarken en merak ettiğim şey belgeselin daha çok Aalto’nun özel hayatına ve kişiliğinin oluşumuna mı odaklı olacağı yoksa kariyerindeki yükselişe mi odaklı olacağıydı. İlk dakikalar Aalto’nun üniversiteden mezun olup müstakbel eşi Aino’yla tanışması ile başlıyor. Bir süre boyunca ikilinin ilişkileri hakkında bilgiler veriliyor, durum böyle olunca neredeyse tamamen özel hayatıyla ilgili bir belgesel olacağını düşünmeye başlamıştım ama tam olarak öyle değil. Aino, Aalto için sadece bir eş değil iş ortağı da diyebiliriz. İkisi de mimarlık fakültesini bitirmiş ve kariyerlerini birlikte ilerletmişler. Daha çok iç mekanla ilgilenen Aino ile Aalto birbirlerini tamamlayan iki mimar diyebiliriz. Bu nedenle Aino ile olan sahneleri sadece özel hayat olarak nitelendirmek yanlış olur.

Bu belgeselin en büyük avantajı geçmişe ait çok fazla görsel arşiv bulamasalar bile Aalto’nun günümüzdeki eserlerini çekip ekleyebilme şanslarının olmasıydı bence. Gerçi buna çok fazla ihtiyaç duymamışlar neredeyse her döneme ait arşiv videoları bulmuşlar. Böylece görsel anlamda dolu dolu bir belgesel olmuş. Görmek istediğim bütün tasarımları en ince ayrıntısına kadar görebildim. Sanki sanal turdaymışım gibiydi. Dünya’nın pek çok yerinde bulunan eserlerini gidip görmeye çalışsak hepsini görebilmemiz çok zor olurdu. Hem özel konutlar var, hem kullanımda olan hizmet binaları var. O nedenle hepsini iç mekanıyla beraber görebilmek adeta bir görsel şölendi. Özellikle Viipuri Belediye Kütüphanesi beni çok etkiledi. Her gösterilen tasarımda bu en iyisi diyorum ama bir sonraki yapı daha da iyi oluyor. Hepsinin temel çizgisi aynı ama birbirlerine çok benziyorlar diyemiyorsunuz. Tarzını hep farklı şekillere büründürmeyi başarmış. Aydınlık olması, cam kullanılması, beyazla ferahlık, ahşapla sıcaklık vermiş olması mekanları insana yakın hale getirmiş. Zaten kendisi de ölçütünün öncelikle insan olduğunu söylüyor.

Daha önce İsveç/Stockholm’e yapmış olduğum bir ziyaretimde coğrafyanın mimariye olan etkisine bizzat şahit olmuş ve döndüğümde de bu konu üzerine yazılar yazmıştım. Kısaca ifade etmek gerekirse kuzey ülkelerinde güneş hem ışık olarak hem de sıcaklık olarak son derece az hissediliyor. Türkiye’de dört mevsim yaşamaya alışkın olan bizler için bu durumun etkilerini anlamak pekte kolay olmuyor. Finlandiya’da İsveç gibi kuzeyde yer alan bir ülke, bence bu nedenle Aalto’da hep güneş ışığına ve evin sıcak bir hissiyatı olmasına özen göstermiş. Bambu gibi çeşitli bitkiler, ahşap mobilyalar tropikal esintilerini İskandinav topraklarına taşıyor. Ayrıca dış mekânda kullanmayı çok sevdiği kırmızı tuğlalar da dış mekânda canlılığı sağlıyor, aynı Gamla Stan’da yer alan turuncu ve kırmızı evler gibi…

Belgesele dönecek olursak ben kendisinin üniversiteden önceki yaşamını da görmek isterdim, mimarlıktan mezun olduktan sonra yükselen bir kariyeri var ama bu kariyerin başlangıcı olan mimarlık okumayı nasıl tercih etti, ailesinin bu kararda katkıları nelerdi? Bunları kısa da olsa izlemek isterdim. Belgeselin ortalarına doğru Aino ile olan uzun mektuplaşma sahneleri benim için biraz sıkıcıydı. Yapımda Aino’nun çok fazla ağırlığı vardı bunun nedeni Aalto’nun hayatında da ağır bir yeri olmasından kaynaklanıyor. Ellisa ile olan evliliğinde bile onu Aino’dan daha çok önemsememiş. Hatta neredeyse yok saymış. Hareketlerinde ve kararlarında özgür olmayan Ellisa adeta Aalto’nun oluşturduğu hayali bir Aino gibiymiş. Herkesle ilgili ufak tefekte olsa sahneler gördük ama Aalto ve Aino’nun çocuklarıyla ilgili son derece kısıtlı bilgi verildi. Aalto’nun özel hayatına bu kadar yer verilmişken çocuklarının yok sayılması bana biraz tuhaf geldi. Her şeye rağmen tasarımlarına hayranlıkla baktığım bir mimarı daha yakından tanımak beni mutlu etti.

Aalto: Bir Mimarın Doğuşu (İKSV Özel)

Eslem Saraçoğlu’nun Diğer Yazıları İçin Tıklayın.

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...