Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri 3. TAYF Uluslararası Kısa Film Festivali Deneysel Seçkisi Değerlendirmesi

3. TAYF Uluslararası Kısa Film Festivali Deneysel Seçkisi Değerlendirmesi

Yazar: Defne Hasdemir

3. TAYF Uluslararası Kısa Film Festivali Deneysel Seçkisi Değerlendirmesi

3. TAYF Uluslararası Kısa Film Festivali bu senede birçok alandan yarışmacıya ödül vermeye devam ediyor. Bu yazımızda ise “Deneysel Kısa Film” kategorisindeki 10 filmi sizler için izledik, inceledik.

Deneysel filmlerle ilgili en önemli nokta yönetmenin, senaristin gözünden izleyebilmek. Size anlatmaya çalıştığı mesajı fark ederseniz filmler oldukça keyifli geçer ama fark edemezseniz kafa karışıklığı ile anlamları karıştırırsınız. 10 filmin hepsi için olmasa dahi çoğunluğunda anlamı yakalayabiliyor, yönetmenin vizöründen görebiliyordunuz.

Bir diğer nokta ise bana kalırsa çekim açıları, kamera hareketleri. Kısa bir süre olduğu için kamera hareketlerini orantılı seçmeleri gerekir, en ufak hata daha belirgin bir şekilde göze batar. Filmlerin bir çoğu için kamera hareketlerini oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Daha fazla detaylara inmeden filmlere geçelim…

Ayna

“Tanrı dünyayı 6 günde yarattı, insanoğlu ise yok olana kadar onu tüketti.”

Deneysel kısa filmler en güzel ve en kötü yanı size ne anlattığından emin olamayışınız olabilir. Gözünüze sokulan bir gerçeklik, anlatım vardır ama bundan asla emin olamazsınız. Hep alt anlamlar, bir tık fazlası, sembollere odaklanmaya çalışırsınız. Birçok film için bu riskli de olsa bu film için işe yarayan bir kafa karışıklığı olmuş.

Giriş kısmındaki ürün tanıtımı izleyiciyi filmin içerisine sokmak için iyi bir başlangıçtı. Alışveriş bağımlılığının geldiği son noktayı ve popüler kültürün dayatmalarına maruz kalan insanların kendi içlerindeki karanlıkları film boyunca yansıtılmıştı. Bu karanlık her karakterde farklı bir renk tonuyla verilmişti. Aslında karakterler her birimizin zaman zaman aynaya baktığında gördüğü, görmekten kaçındığı yüzleriydi. 7 günahın daha abartılısı, daha çıplağını temsil ediyorlardı. Kısa film olmasına rağmen, kısıtlı diyalogla karakterlerin kusurları apaçık gün yüzündeydi. Filmin 6 bölümden oluşması ve her bölüm kendi içerisinde yok oluşları derinlemesine işlenmişti. Karakterlerin kabine girmeden önceki halleri ise toplumun aynasıydı. Tek düze, aynı tonları giyen ve sadece tüketmek üzere hareket eden bir toplumu gösteriyorlar.

Filmin daha detayına girmeden önce sinematografik olarak inceleyelim. İlk baştaki yapay gökyüzü, kameranın aşağı doğru inişi ve sahne sonunda adamın yüzüne netleşmesi filme ilk bakışımız denilebilir. Burada önemli olan, yapay ama oldukça parlak bir gökyüzü görüntüsü çizilmesi. Gerçeklik algısından koparıp hapsediyor. Ardından elinde ölmek üzere olan bir bitkiyle oturan karakteri ve etrafında aceleci adımlar atan, tek düze insanlar görüyoruz. Bu insanların kapital sisteme ayak uyduruğunu, bir parçası olduğunu simgeliyor izleyenlere. Kabinlerdeki ayna karşısı duruş ise bir nevi izleyiciye gösterilen yansımaydı.

*Spoiler uyarısı*

Film boyunca benim en beğendiğim sahne tereddütsüz son sahneydi. Karakterlerin balona dönüşmesi, kıyafetlerinin askı olması aslında bir yüzleşme sahnesiydi… Kabinlerin kapanmasına az kaldıkça panikleri, çaresizlik hissiyle mücadeleleri iç dünyalarının asıl öfkesini ortaya çıkartmıştı. Sadece ‘gerçek’ bir şeye bakan, saksısını tutan kişinin balona dönüşmemesi, dış dünyanın yapaylığına ve gerçek algısını yitirmeyen birinin görüntüsüydü. Bunun haricinde kendini asan bir adam ve yerinin hemen doldurulması da kısa filmin vermek istediği mesajları Tam olarak bize geçiriyordu. Sistem sadece yer, yerine yerişini koyar.

*Spoiler bitti*

Genel hatlarıyla vermek istediği mesajı gayet net veren, akıcılığı yüksek ve insanı etkileyen bir kısa filmdi. Sahne geçişleri, sahnelerin alt anlamları izleyici için oldukça başarılıydı. Ufak tefek abartılar olsa da absürt anlatım yaptığı için göze batmıyordu.

İnsan Örtüsü

“Gerçeğin üstü örtülmüş, örtünün altına gizlenmiş”

Kadrosunda Berkan Şal, Zeynep Beşerler ve Somer Karvan’ın olduğu, gerilim sayılabilecek bir kısa filmdi. Filmle ilgili yorumuma geçmeden önce yönetmeni Hazan Beklen’in vizörü beni oldukça tatmin etti. Görüntüler ve akış için 10 dakika ayırıp izleyebileceğiniz bir film. Çarpıcı bir kısa film izlemek isteyenler mutlaka şans vermeli.

Klasik hastane ve görevli görüntüsünden sonra bizleri kanla bir yere yazılmış “İnsan Örtüsü” kapağı karşılıyor. Filme ilk aşamada gerilim tadını veren de bu oluyor. Ardından kusan kız ve kayıtların gerçekleştiği odaya girmemizle, filmin ritmi yükseliyor, gerilim hat safhaya ulaşıyor. Filmin devamında ise aklınızda ‘örtünün altında ne var?’ sorusu beliriyor. Gerçek film severler örtünün altındakini birkaç tahminde bilse de çarpıcılığını kaybetmiyor. Oyunculuklar sahneyle o kadar uyumlu ve olağan akışta hissiyatı veriyor ki gerçek bir deney olduğunu hissediyorsunuz.

Filmin onlarca beğendiğim yanı bir tarafa, rahatsız etmese de olmasa da olurdu dediğim bir kısmı güvenlik kameralarıydı. Filme farklı bir boyut katmasına rağmen duraklamaları olmasa da yokluğunu hissetmeyeceğim bir çekimdi. Onun haricinde çekimler, oyunculuklar ve diyaloglar oldukça güçlüydü. Uzun metraj bir film olsaydı sıkılmadan izler, memnun kalkardım koltuğumdan.

Sinematografisine geçmeden önce sanat yönetmeninin oldukça başarılı bir iş çıkarttığını söylemeden geçemeyeceğim. Tablo çekimleri, vizöre giren detaylar ve deneyin yapıldığı odanın dekoru filme bambaşka bir boyut getirmişti. Hiçbir şey fazla veya az değil, istendiği gibi, istenen duyguyu izleyiciye geçirmek için koyulmuştu.

Sinematografik olarak üstte de bahsettiğim gibi amatör kamera çekimlerinin duraksaması hariç kusursuza en yakın haldeydi diyebilirim. Genel planlarla verilen detaylar, odanın karanlığı, hademenin sahnelerinde karanlık kısım kesinlikle filmle bir bütünlük içerisindeydi. İlk sahnede kahraman bakış açısı kullanılması benim hoşuma gitmişti. Ara sıra bu açıya geri dönseler dahi komplesi böyle olsa rahatsızlık vermezdi. Onun haricinde bütünüyle beni tatmin etmiş, izleme keyfimi arttırmıştı.

“Örtünün Altındaki”

Zeynep Beşerler muhteşem bir rolle delirmeyi, aklı, dışarıdaki yaşamın duvarlarını yansıtmıştı. Aynı şekilde hademe rolündeki Berkan Şal izleyiciye çöküşü, her gün tekrar tekrar sorgulamanın insanı getireceği hali, içerden gelen çürümeyi göstermiş. Yönetmeni, oyuncuları, senaryosu, görüntüsü ve daha nicesi kusursuza yakın olan, izlenmeyi hak eden ve muhakkak ödüllendirilecek bir kısa film.

Peki siz örtünün altında ne görüyorsunuz?

Deli

Toplum baskısı, aynı insanlar, kalıplar ve daha nicesi… Film tam olarak günümüzdeki bu dayatmaları gösteriyordu. Herkesin aynı kravatı taktığı, renkli kravatların kesildiği bir dünyada yaşamak zorunda olsaydınız ne yapardınız? Renkli kravatlarınızla vedalaşıp, içinizdeki ruhu öldürmeyi mi tercih ederdiniz? İşte film boyunca bu soruyla karşı karşıya kalıyorsunuz.

Film, birçok insanın yaşadığı bir durumu gün yüzüne çıkartmış diyebiliriz. İş hayatında eminim ki kıyaslanmaya, kendi karakterleri yüzünden geri planda kalmaya mahkûm olanlar olmuştur. İzlerken o sahneleri birebir hissedebiliyorsunuz. İlk sahnede kendi halinde, masaların üzerindeki dansı ve karakteriyle gördüğümüz Anıl’ın iç dünyasının, iş hayatıyla çatışması derinlemesine işlenmişti. Kısa filmlerde karakterle özdeşleşmek, aynı hisleri paylaşmak daha zor olur, bu filmde ise ikinci sahneden itibaren karakterle özdeşleşip, kendinizi yerine koyabiliyordunuz. Bu sayede filme olan bakışınız da komple değişiyor, olumlu bir etki bırakıyor.

Anıl kendi dünyasındaki renkleri, başka dünyalara ait olmak için siyaha boyamaya mahkûm edilen bir karakter. İlk başta bunu kabullenip, kendi renklerinden vazgeçecek olsa bile bir pandomim sanatçısı sayesinde kendi benliğine ayna tutuyor. Bu sahnede pandomim sanatçısını Anıl oynasın isterdim. İki gerçekliği ile dövüşmesi oldukça iyi bir sahne olabilirdi. Buna rağmen o ikilinin çatışmaları ve en sonunda birbirlerine destek olmaları oldukça güzeldi.

Benim en sevdiğim sahnelerden biri kravatın kesildiği sahne olabilir. Anıl, keskin bir gerçeklikle yüzleşip, bir seçim yapma mecburiyetinde olduğunu fark ediyor. Bu aşamadan itibaren Anıl’ın üzerindeki baskı seyirciye geçmeye başlıyor.

İş hayatında en az bir kere farklı olduğunuzu hissettiyseniz ve düzene uymaya mahkum edildiyseniz bu kısa filmi seveceğinizden ve sonundaki katarsisten tatmin olacağınıza eminim.

Gözlerini Kapat

Boşanma aşamasında olan bir çiftin hikayesini konu alıyor. Kendi çatışmalarını ve o aşamaları ekrana yansıtıyor. Bir evin içerisinde geçen film olacakken olamamış gibi bir hissiyat verdi. Tek mekan filmleri hep daha fazla sevmişimdir. Daha güçlü senaryoları ve oyunculukları olması gerektiği için izleyiciyi tatmin ediyor. Ama bu filmde diyaloglar havada, verilmek istenen gerilime ulaşmayacak şekildeydi. Bu gerilim eksikliğini ise kamera hareketleriyle yapmaya çalışmışlardı. Bu da izleyiciye rahatsız hissettirmişti bana kalırsa.

Bu tarz kavga içeren filmler aslında izleyiciyi daha hızlı içerisine çekebilme potansiyelin sahip. Sağlam bir çatışma, anlık bir olay sunuyor sizlere ama bu filmde bir şeylerin havada kalmasından dolayı içerisine çekmemiş, rahatsızlık hissi vermişti. Olayın akışı, yükselişler güzel olmasına rağmen sahne kendi içerisinde tamamlanamadığı için bu tarafları da oturmamıştı.
Kadına şiddet, zorlama maalesef günümüzün gerçeği, bunu inkar etmek ya da görmezden gelmek doğru bir anlayış değil. Ama bir kadının, boşanmak istediği için eve kitlenmesi ve zorlanması beni fazlasıyla rahatsız etti. Normalde bağıran, sesini yükselten bir karakter olarak gözükse de adam kapıyı kilitlediği andan itibaren tepkisizliği, kabullenişi filmi kapatma isteği uyandırdı.

Farklı toparlansa veya bitseydi belki beğenebileceğim ve tavsiye edebileceğim bir kısa film olmasına rağmen eksiklikler ve son sahnesi yüzünden benden geçmemiş, rahatsız etmişti.

Sonsuza Dek Birlikte

“Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye, endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”

Aynı hayatı, aynı kişiyle devamlı yaşadığınızı düşünün. Bir rutinin içerisinde hapsolup, kendi dünyanızı unuttuğunuz bir yaşantı… Film sizlere bunu gösteriyor, bağımlılığın boyutunu gün yüzüne çıkartıyor. En ufak gülümseme, yeni bir yaşantının bu rutine dahil olması bile tüm düzeni alt üst etmeye yetebiliyor.

Şems-i Tebrizi der ki “Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye, endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?” Cesareti olana, hayatının altı üstünden daha güzel olabilir. Cesaret edemeyene ise hapis hayatı, aynı rutin her daim daha cazip görünür. Bildiği mutsuzluğu, bilmediği mutluluğa tercih eder. Ve ister ki çevresindekiler de aynı fanusun içerisinde, aynı mutsuzluğa hapsolsun. Bu kısa film sizlere bu hapsedilmeyi, özgürlüğü ve bağımlılıkların geldiği son noktayı gösteriyor. Diyalogsuz bir film olmasına rağmen verilmesi gereken her mesajı gayet iyi vermiş, o hissi izleyiciye geçirebilmişti.

Hayatta her daim aynı şeyleri yapıyor, aynı hareket ediyorsanız gülümsemek dahi tüm dünyanızı değiştirmeye yeter. Filmin kırılma noktası da bir gülümseme ile oluyor. İki karakterin farklı hayatlar seçmesi düzeni tepetaklak ediyor. Film bu bağımlılığı ve çaresizliği güzel işlemişti.

Balık benim en sevdiğim detaydı diyebilirim. Önce kaybetti zannetmesi, ardından bulması ve sonrasında balığın kendini atması hafif bir tebessüm ettirdi. Aynı zamanda bu düzene balığın dahi katlanmıyor oluşu filmdeki güzel detaylardan bir tanesiydi. Bir diğer önemli detay bence mezarlıktı. Tek kişilik mezarlık olması, her gün temizlemeleri aslında hayattaki hiçbir gayelerinin olmadığını ve ölümü beklediklerini temsil ediyordu. Ta ki eve bir balık gelene kadar. Yeni bir yaşam mezarlıktan yani ölümden uzaklaştırmış, yeni bir amaç yüklemişti. Zaman ayırıp izlenmesi keyifli olan bir filmdi. Rutinin, alıştığınızın en iyi olmadığını hatırlatıyor.

Pamuk Prenses ve Cüce

İlk sahnesinden son sahneye kadar yüreğinizde bir sızı ile izliyorsunuz. Hayatın, Doğu’nun gerçeklerini yüzünüze acı bir biçimde çarpıyor. En büyük hayali Pamuk Prenses olmak isteyen kızların, kızlarımızın çocuk olamadan çocuk sahibi olmasından bahsediyor film. Prens sandıkları katilleri, cüceleri sandıkları evlatları oluyor her bir kız çocuğunun, onlar ise ‘Pamuk Prenses oldum’ sevinciyle şakıyor.

Bir masal gibi anlatıyor Leyla, “Pamuk prenses oldum, İbrahim Abi prens oldu” diyor. Ne başına gelecekleri görebiliyor ne yaşayacaklarını hissediyor. Film boyunca hiçbir karakterin yüzünü göremiyoruz, gölgelerinden takip ediyoruz. Yüzlerini görmeye de gerek yok işin aslı, Leyla’nın sesi, gölgesi onlarca ‘çocuk’ gelinden farklı değil. Acısı aynı, hissi aynı. Filmin sanırım en çok bu tarafı beni etkiledi. Leyla, okuyamadan, büyüyemeden ‘kadın’ olan her kız çocuğunun gölgesi.

Daha çocuk olmadan, evlat olamadan, birinin ‘karısı’, birinin ‘annesi’ oluyor Leyla. Kendi hayatını, trajedisini bir masal edasıyla anlatması, Pamuk Prenses kostümüyle heveslenmesi izleyen herkesin kalbini yaralayacaktır eminim.

Sosyal mesaj veren, bir derdi olan filmleri severim, gerçek bir derde parmak basan ve böylesine zarif aktaran filmler ise benim kalbimde ekstra yer edinir. Bu da o filmlerden biri oldu. 5 dakika içerisinde sizi darmadağın edebiliyor.

Kota

Kısa filmlerde bilim kurgu sıklıkla tercih edilen bir kategori. İyi işlendiğinde ve görsel efekti iyi kullandığınızda oldukça iyi işler çıkabiliyor. Bu filmde kesinlikle iyilerden sayılabilir. Film geleceğimizin abartılı bir tasviri.

Su kıtlığı maalesef ülkemizi, dünyayı bekleyen bir tehlike. Susuzlukla nasıl baş edeceğimiz ise bir muamma. Film ise kıtlığın getirebileceklerini, felaketini en acı biçimde göstermiş diyebiliriz. Gelişen teknolojiyi de buna dahil etmeleri ayrı bir yön katmış. İnsan psikolojisi bu tarz durumlarda tamamen patlak verebiliyor, saldırganlık ortaya çıkabiliyor. Film bunu gayet doğru bir biçimde aktarmıştı sadece boğuşma sesi dahi algılanan bir evrende, silahı algılayamayan bir teknoloji bana fazla inandırıcı gelmedi. İkisinin de sonunu izlemek ve televizyonda son anları görmek ise güzeldi.

In Praise of Ice Cream

Her filmin mutlaka bir derdi, bir anlatısı vardır. Kimi yönetmen daha göz önünde tutar kimisi gizlemeyi tercih eder. Bu filmde de buna dikkat etmeye özen gösterdim. Kendi anlatısı, derdi vardır diyerek izledim. Buna rağmen maalesef bana geçmedi. 1990’lardan bir müzik klibi izlercesine ekranı izledim, anlamaya gayret gösterdim. Öncelikle ilk girişi, duvardaki semboller, resimler oldukça uzundu. Filmin komple böyle geçeceğini düşünürken bir lunapark çekimleri başladı. Lunaparkta rastgele insanların, rastgele dondurma yiyişlerini izledik bir müddet. Bu sahneler ise beni oldukça rahatsız etti. Ardından gelen sahil kısmında yine çocuklar ve dondurmaları gördük. Her birimizin hayatında yaşadığı sahnelerdir elbette ama benim bakış açımla bir yere oturmadı.

Konu ve akışı beğenmeyişime rağmen çekimler oldukça güzeldi. İnsan manzaraları gerçeğe en yakın tonuyla çekilmişti, kısa ve aralarda verilse çok daha güzel olacaktı.

Çamaşır İpi

Bir filmde oyuncular yerine semboller, kelimler yerine anlamlar kullanmak oldukça etkili ve zordur. Bu filmde ise oyunculuk kullanmayarak filmin anlamını ortaya çıkartmış derinlik kazandırtmıştı. Aslında hayatımız bir çamaşır ipinden ibaret. O ipin akışı ve sıralaması da iz bırakıcısınaydı.

Benim en sevdiğim sahne tereddütsüz son sahneydi. Kız çocuklarının hayatına, çamaşır ipi sığmamış, kocalarının eşyaları, ev eşyaları yer kaplamıştı. Çamaşır ipinde yer bulunamayan onlarca meslek ipsiz, özgür bir biçimde sergilenmişti. Alınmaya, ipe asılmaya hazır halde.

Çekimlerin tek düzeliği ve sabitliği güzeldi. İpin sonuna yaklaştıkça ipin titremesi, en sonunda ise düşmesi hayat çizelgesini en iyi biçimde sembolize ediyordu. Kısa olduğu için özellikle şans verilebilecek bir filmdi.

Kukla

Öncelikle siyah beyaz tercih etmeleri kesinlikle farklı bir hava katmış diyebiliriz. İlk sahne girişindeki kuklalar, makyajları oldukça başarılı. Sonrasında yemek masasına geçişimiz ve gülüşlerini detay çekim göstermeleri benim sevdiğim bir açı oldu. Farklı bir bakış açısı getirmiş diyebilirim filme.

Filmi daha metaforik olarak değerlendirmek gerekirse insanlar arasındaki cinsiyet ve güç çatışması tavuk parçaları ile simgelemiştir. Kadının but yemek istemesine rağmen erkeklerin bunu kendi arasında paylaşması güncel hayattaki cinsiyet ayrışmasını en önemli örneği. Kadının buna dayanamayıp tavuğun bütününü alması ise aslında bir nevi başkaldırış. Bunun haricinde yere düşen nesnelerin kuklaların hayatında büyüyerek anlam ifade etmesi bana aristokrat kesim ve işçi kesimi anımsattı. Aristokrat kesimin önemsemeden attığı eşyaların işçi kesim için önemli olması ve anlam bulması sınıf farklılığını gösteriyordu. En sonda buldukları makas ise kukla olmaktan vazgeçip iplerini kesmek için çabalayacağım simgeliyor.

3. TAYF Uluslararası Kısa Film Festivali’ne “Deneysel Kısa Film” kategorisi ile katılan 10 filmi inceledik. Elbette gönlümde taht kuran ve maalesef beni hayal kırıklığına uğratan filmler oldu. Buna rağmen her birini birkaç dakikanızı ayırıp izlemenizi mutlaka tavsiye ederim. Bakarsınız benim penceremden başka bir yere açılır sizin pencereniz. Diğer yıllara oranla çok daha çeşitli, sosyal mesajı olan işler olduğunu söyleyebilirim. Her sene daha iyiye giden işler olması ise her film seven için ümit vericidir eminim. Özellikle standardın dışına çıkan, gerçekten deneysel çalışan filmler olması festivale ayrı bir keyif kattı. Normalin dışına çıkmayı sevenler için çok keyifli olacaktır. Favori kısa filminizi bizimle paylaşmayı unutmayın lütfen. İyi seyirler dilerim 🌟

3. TAYF Uluslararası Kısa Film Festivali Deneysel Seçkisi Değerlendirmesi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...